Bu kışı nasıl çıkartacağız, ben de bilmiyorum

Oldum olası bayramlardan nefret ettim. Tabii, 29 Ekim ve 4 Temmuz gibi milli bağımsızlığın kutlandığı şölenleri kastetmiyorum. Ama Şeker ve Kurban Bayramı, Noel ve Yılbaşı benim için azap dolu anlardır. Tören yanı ağır basan bu dönemlerde ne gelenekleri icra etmeyi, ne de eğlenmeyi becerdim. Mesela, niye akrabalarımı aramalıyım Bayramlarda? Sevseydim, zaten düzenli arardım. Birlikte olmak isteseydim, ziyaretlerine gider, ya da rakı-balığa davet ederdim. Merak etmeyin, aile düşmanı değilim. Çok sevimsiz ve geçimsiz bir karakter olduğum için aile üyelerim de benimle temasta kalmamak için özenli bir çaba gösterir. Sadece cenazelerde buluşur, rahmetlinin bize yaptığı hainlikleri anar ve sırada kim var diye birbirimizin sağlık durumunu sorarız.

Artık yaş 65’e dayandı, yavaş yavaş çok nesilli aile piramidinin “jünyor” sıralarından tepelerine, “masters”a yükseldik. Şu anda yaş sıralamasında ilk üçteyim ve doğal olarak ömrüm boyunca horlayıp dışladığım genç akrabalarım gizlice ebediyete intikal edeceğim yıl hakkında bahis oynuyorlar.

Sıramı atlamak ve bu fani dünyaya kazık kakmak için elimden geleni yapıyorum. Bu makaleyi saat 05:00’de yazmadan önce havuzda buz gibi suda 1 saat yüzdüm, Semerburgaz-Esenler arasında pedal ve kürek çevirdim (kötü bir su baskını esprisi). Makaleden sonra da askerlikten kalma botlarımı giyip, sırtıma 20 kilo ağırlık alıp geleneksel 20 km/gün koşumu yapacağım. Perşembe günü de 4cü Biontech için sıra aldım.

Biontech dedim de, biz Bayram keyfi yaparken, Türkiye amansız bir salgının pençesine düştü bile. Uzmanlara göre resmi vaka sayısı rapor edilenin 10 misli olabilir. Valla, ben anektodlara dayalı yazmayı sevmem, ama bu bayramda kimi arasam (akrabalarım değil, dostum yok, “tanıdık” denilen ilerde menfaat umulan 3cü şahıslar kümesini kastediyorum), hepsi yatakta, ya da daha yeni koku almaya başlıyor.

Yazının devamı için TIKLAYINIZ!