Birey, Toplum ve Yönetim

“En güç zanaat, yönetimdir ve yönetim bilgisizlerin elinde olmamalıdır”

Bu günü anlama çabamız bizi ister istemez bu günün geldiği noktanın başlangıcına gitme gereği doğurmuştur. Hiçbir şey rastgele olmamıştır nedenleri vardır. Dolayısıyla yönetimin bu günkü halini alması da bir neden sonuç ilişkisi içerisinde vukuu bulmuştur. İnsan neden yönetilmeye ya da yönetmeye ihtiyaç duyar? İlk çağlarda günümüze değin Kim? Neden yönetmeli? İlla yönetmek ve yönetilmek gerekiyor ise o zaman yöneticinin sahip olması gereken özellikler nasıl olmalıdır? Bu soruların cevabı bu günkü yönetim anlayışı ya da şekline nasıl bir tarihsel süreç sonucu varılmış olmasında saklıdır.

Yönetimin tarihsel süreçlerine baktığımızda da ilk yönetim şeklinin “patriarşi” olduğunu görürüz. Patriarşik yönetimin özelliği nüfusun, ihtiyaçların ve merak az olduğu topluluklarda görülüyor olmasıdır. Bu yönetim şeklinde yazılı yasalara ve bunların uygulanmasını sağlayacak bir sisteme ya da bir yöneticiye ve yönetilmeye gerek yoktur. Gelenek, görenek ve ataların söyledikleri gibi yazılı olmayan kurallar bu tür toplulukları yönetmek için kâfidir. Zamanla nüfuzun artması, insanoğlunun merakı ile yeni buluşlar yeni ihtiyaçları doğurmuş ve işleri daha karmaşık bir hale sokmuştur. Önceleri bulunduğu yere sığan insan,  günümüzde yeryüzüne sığamaz hale gelmiştir. Mantık şöyledir; nüfusun artmasına bağlı olarak ihtiyaçları da artmış, insanlar bu ihtiyaçların karşılanabilmesi için işbirliğine ihtiyaç duymuş ve bir araya gelmiş ve toplumu oluşturmuştur. Aynı toplum içerisinde kişiler arası ilişkiler ve toplumlar arası ilişkiler birtakım anlaşmazlıkları doğurmuş. Bu anlaşmazlık çözüme ulaştırılması için gelenek görenekler yetersiz kalmıştır.

İşbirliğine dayalı birlikte yaşama zorunluluğu birtakım anlaşmazlıkları bu anlaşmazlıkların çözüm gerektirmesi de yasaların oluşmasını zorunlu kılmış ve yasaların uygulanmasını sağlayacak ve takip edecek bir mekanizma olarak yönetimler ortaya çıkmıştır. Bu değişimler ve gelişimler aynı zamanda tek bir yönetim şekli değil, değişik yönetim biçimlerini doğurmuştur. Yöneten, bazen tek bir kişi olmuştur; bazen yöneten bir azınlık, bir zümre;  bazen de herkesin yönetime katıldığı temsili demokrasi olmuştur. Bu gün geldiğimiz nokta ise yönetimlerin dayandığı yazılı kuralların yani hukuk normlarının insan ilişkilerini düzenleme de tek başına yeterli olmaması adalete eşitlik dürüstlük gibi etik kavramları doğurmuş olmasıdır. Yönetimde bu etik kavramlar yönetimlerin en etkili bir şekilde yerine getirilmesinin olmazsa olmazları olmuştur. Toplumu oluşturan birimler ister iki kişi ister iki kurum fark etmez eş uyumu bu etik ilkelerin nasıl nüfus ettiği ile ilgilidir.

Yazılı kaynaklara ulaşabildiğimiz en eski medeniyetlerden biri olan antik yunan da kim ne şekilde yönetirse yönetsin devlet yurttaşın üstünde kutsal bir varlık olması dikkat çeker. Birey devlet içindir. Antik yunan filozoflarından bilgiyi seven Sokrates’e göre “En güç zanaat, yönetimdir ve yönetim bilgisizlerin elinde olmamalıdır”. Sokrates’in öğrencisi Platon’a göre ise insanlar doğuştan yapı bakımından farklı doğarlar ve üç bölüme ayrılırlar birinci kısım arzulaya-iştah duyan maddi istekleri olan ve en çok yeri kaplayan kesim, ikinci kısım yürekli-cesur-koruyucu kısım ki bunlar devletin alt yönetiminde bulunan kesimdir. En üst kısım da ise en az yeri kaplayan bilge akıl yer alır. Dolayısıyla yöneticiler bu kesimden olmalıdır. Platon demokrasinin görünüşte eşitlik esasına dayansa da adil bir devlet biçimi olmadığını bu minvalle savunur. En üst düzeyde bilgi ve beceriyi gerektiren yönetimin yeteneklerine ve doğuştan getirdiği özelliklerine ve eğitimine bakılmaksızın herkesin talip olabileceğini söyler. İşi ehline vermek gerekir. İşi ehline vermemek adaletsizliği doğurur. İş bölümü bozulur, ülke kaosa sürüklenir. Platona göre yöneticiler koruyucu dediğimiz cesur ve yürekli, yalın bir hayatları olan kesimden çıkar. Bu kesim bir şeye sahiplenmezler bu sebeple kaybetme korkuları yoktur. Kaybetme korkusu olmayan kişide duygusal ve taraflı davranmaz. Adalet buradan vukuu bulur. Adaletten kasıt, eşit şartlarda yani farklılıklara göre muamele etmektir.

Aristoteles’te adalet anlayışıyla birlikte çoğunluğun yönetime katılmasını destekler. Ancak bu çoğunluktan kasıt ekonomik açıdan bakılan çoğunluktur. Ülkeyi yönetecek kesim ne çok zengin nede çok yoksul sınıftan olmalı ekonomik açıdan benzer ve eşit insanlardan oluşmalıdır. O’na hayatın amacı en yüksek iyi olarak tanımladığı mutluluktur. Mutluluğa ulaşmak ise herkesin işini iyi yapmasından geçer. Herkesin işini iyi yapması için devlete gereksinim vardır. Devlet bütün herkes için iyi olanı ister. Herkes işini iyi yapması kendi yetenek ve yeterliliklerinin bilincinde olup ve ona göre eylemesidir. İşini iyi biliyor ve yapıyor olmakta yeterli değildir. İşini erdeme uygun yapıyor olmak bireyde ve toplumda huzuru sağlar. Erdem orta olma, aşırı olmama esneyebilme halidir. Gergin değildir erdem. Gergin olmaması kopmayı engeller. Toplumun ve bireyin kopmaması için en küçük birimden en büyük birime kadar esneyebilmek gerekir.

Roma ve ortaçağa gelindiğinde ise dinlerin ve soyluların yönetimde etkin olduğunu görmekteyiz. Ticaretin artması bazı toprakların bazı topraklara göre verim farklılığı güç savaşı içine giren toplumlarda istilacı bir yönetim anlayışını doğurmuş olup bir müddet aristokrasi ve köleliğin sınıf farklılıklarının hüküm sürdüğü zenginliğin bir yerden diğerine sürekli el değiştirdiği bir dönem olmuştur. Bu dönemde imparatorluklar çoğunlukla hâkim olmuş ve belli kesimler gücü ellerinde tutabilmek için; dini, edebiyatı, felsefeyi halkı siyasetten ayrı tutmak için araç olarak kullanmıştır. Daha sonra din araç olarak kullanılırken din amaç olmak istemiş ve yönetimler ile dini kurumlar arası çatışmalar yaşanmıştır. Tüm bu yaşanan çıkar savaşları insanlara neden ben de olmayayım sorusunu kendisine sordurarak ayaklanmaya kadar götürmüştür. Artık devlet kutsal olmaktan çıkma yoluna girmiştir. Devlet birey için olmalıdır anlayışına doğru ilk adım; Tarihin ilk yazılı anayasası olarak kabul edilen Manga Carta dünyanın özgürlük adına attığı en büyük adımı olarak kabul edilir. Magna Carta, İngiltere Kral’ı sınırsız yetkilerinden feragat ettiği, hukukun kendi arzularından daha üstün olduğunu kabul ettiği, tarihin akışını değiştiren bir anlaşmadır. Halkların özgürlük mücadelesinin dönüm noktalarından sayılan Fransız ihtilali ile birlikte dünya yeni bir yönetim anlayışına doğru yolculuğa başlamıştır. Halk artık kendi kendini yönetmek istemektedir. Antik dönemden gelen doğrudan demokrasi yani yurttaşların yönetime direk katılımı anlamına gelen doğrudan demokrasiye bir farkla geri dönülmüştür aslında. Çoğalan nüfus ile birlikte mümkün olamayan doğrudan demokrasi halkın temsilcilerini seçtiği temsili demokrasi olacaktır.

Bu gün yönetim şekilleri ele alındığında en iyi yönetim şeklinin ne olduğu halen merak edilen konular arasındadır. Gelişen ve değişen dünyada insanın da sabit kalmamakta değişmekte ve ihtiyaçları farklılaşmaktadır. Dolayısıyla insanı her daim takip etmek ve ihtiyaçları doğrultusunda önlemler almak değişim süreçlerinin kaçınılmaz geçişlerindeki sıkıntılarını en hafif şekilde atlatmayı sağlar. Amaç önce insanın doğasını anlamak ve ona göre değişimleri şekillendirmek olmalıdır yönetimlerin amacı.  Yönetimler de insan topluluğudur insanüstü varlık olarak görüldüğü takdirde geçişlerin sancılı geçmemesi mümkün değildir. Nitekim Fransız ihtilali böyle bir geçişin ürünüdür. Yönetim en eski kaynaklara baktığımızda insanların bir araya gelerek oluşturdukları topluluklarda önce o topluluğu oluşturan bireylerin özellikleri hakkında kafa yorulmuş ve daha sonra bir arada eş uyumlu yaşayabilmenin nasıl mümkün olabileceği araştırılmıştır. Yönetimlerin görevi bireylere yetenek ve yeterliliklerine uygun olanaklar sunmak ve gelişimlerini sağlamaktır. Toplumun bu çeşitliliği ve farklılığı içerisinde devlet ya da yönetici toplumun en küçük birimi ailede olduğu gibi anne baba şefkati, sevgisi, sabrı ve soğukkanlılığı ile toplumun tüm fertlerine ulaşabilmeyi amaçlamalıdır. Toplumların kendilerini yönetmesi için seçtiği kişilerden beklentisi; öncelikle tıpkı çocuğun bakma yükümlü olduğu ebeveyninden beklediği temel ihtiyaçlarını karşılanması, ergenlikte kendini keşfetmesine ve bulmasına yardımcı olacak seçeneklerin sunulması, özgür ve bağımsız birey olma yolunda bireyselliğine saygı duyularak geliştirilmesidir. Yapılması gereken denetimli serbestlik tanımaktır. Denetimli serbestlik tanınan çocuk, yeteneklerini kontrollü bir biçimde keşfeder, bunları kendi keşfeden birey içselleştirip, neyi niçin yaptığının bilincinde kendi olabilen, kendini gerçekleştiren bireydir. Çekirdekten kendini gerçekleştiren toplumlarda yönetilmeye ihtiyaç yoktur. Yönetimlerin amacı elinde sopa ile başında beklemek değil yukarıda bahsettiğimiz bireyin kendini bulma yolunda rehber olabilmektir.

Özetle yönetimin biçimi ne olursa olsun yöneten kim olursa olsun etik ilkeler gözetilmeden sadece kurallara uymak zorunluluğu kılan bireysel farklılıkları görmezden gelen, önyargılı yönetimler başarısız olmaya mahkûmdur. Yönetimler kendilerinin de insan olduğunu hiçbir zaman unutmamalıdır. İçinden çıktığı toplumun değerleriyle uyumlu, ona yabancılaşmayan ve toplumun ruhuna dokunan yönetimler, huzurlu ve barış içinde yaşayan, refah seviyesi yüksek bir toplum inşasının teminatıdır.

Birlik Vakfı – Ekonomi ve Finans Günlüğü / Haziran-Temmuz-Ağustos 2018
Bültenin tamamını okumak için TIKLAYIN

Zeynep Sayar Bolelli
Pedagog, Sosyal Bilimci