Batı bankacılığında 14 yıllık pişmanlık

2008 küresel finans krizi, batı bankacılığı için hem bir kırılma, hem de bir dönüm noktasıydı. 1990’lı yılların ikinci yarısından itibaren dozajı iyice arttırılan neoliberal ortodoks anlayış, ABD ve Avrupa bankacılığı adına ‘aşırı regüle’ bir sektör düzenine yönelik eleştirilerini yoğunlaştırmıştı. Geçmişte defalarca yaşanmış olan bankacılık ve finans krizlerinden çıkarılmış ve bedeli hayli ağır olmuş derslere dayalı kapsamlı yasal düzenlemeler, ısrarla batı bankacılığının ayağına takılmış pranga olarak tanımlanıyordu. Nitekim, 1999’dan itibaren, ABD’den başlayarak, Birleşik Krallık’a ve sonrasında Kıta Avrupası’na yansıtılan bir ‘deregülasyon’ rüzgarının esiri olduk. Bankacılık sektörünü koruyan, mevduat sahibini koruyan, tasarrufları koruyan ve güvence altında tutan pek çok düzenleme ya aşırı gevşetildi, ya da kaldırıldı.

Oysa, 2008 küresel finans krizi eylül ayında ABD ve dünya finans sistemini silkelediğinde, Lehman Brothers’ın iflası büyük bir şok dalgasına sebep olduğunda, ABD’nin çağrısı ile kasım ayında önce Washington’da telaşla toplanan G20 ülkeleri, nisan 2009’da Londra’da bir kez daha bir araya geldiklerinde, bankacılık sektörüne yönelik tarihi düzenlemelerin, bir kez daha bu tür finansal kırılmaların, skandalların, tasarruf sahiplerine yönelik mağduriyetlerin yaşanmaması adına en kritik eşiğe gelinmişti. Ancak, Londra Zirvesi’nde Merkel’in tüm çabalarına rağmen, Anglo-Sakson cephede, ABD ve Birleşik Krallık beklenen köklü ve sert düzenlemeler konusunda gerekli adımları atamadı ve dünyanın önde gelen ekonomileri tarihi bir fırsat kaçırdı. O dönemde, Türkiye ise, bireysel kredilerde tarihi bir adım atarak, yabancı para cinsinden kredi ve borçlanmayı yasakladı.

Yazının devamı için TIKLAYINIZ!