Risklere inat yükselen Türkiye Cumhuriyeti

Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutladığımız şu günlerde hem kuzeyimizde hem de güney bölgemizde süregelen savaş Batı’nın her iki savaştaki insan hakları bakışının bariz farklılığı gibi konular ve küresel ekonomideki gelişmeler her zamankinden daha zorludur.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına henüz adım attığımız bu süreçte, milletimizin gönlünde hissettiği bu haklı kıvancı içinde bulunduğumuz coğrafyanın tüm tehdit ve risklerine rağmen, dünyaya birlik algısıyla iletmenin önemli olduğunu düşünüyorum. Birlik algısı, ulu önder Atatürk ve silah arkadaşlarının kurduğu Cumhuriyetin ulus bilincini dünyaya duyurmanın en önemli aracıdır. Özellikle vurgulamamın nedeni ise içinde bulunduğumuz jeopolitik koşullar ve yakın ekonomi tarihimizdeki gelişmelerde gizlidir.

Neden ekonomi diyecek olursanız?

Atatürk’ün “Siyasi, askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa kazanılan zaferler kalıcı olmaz, az zamanda kaybedilir.” sözünü hatırlatmak isterim. Üstelik bu sözü İzmir İktisat Kongre’sinde 1923’de sarf etmiştir.

Dolayısıyla Cumhuriyet ülküsünde siyasi bağımsızlık kadar, ekonomik bağımsızlık da ön plandadır.

Cumhuriyetimizin ekonomi tarihine ilişkin bir takım notlar ve kırılma zamanlarını paylaşacak olursam; Atatürk ya da kuruluş dönemi olarak adlandırılan süreç 1923-1938 yılları arasındadır. Bu sürecin 1923-1929 yılları arasında dışa açık, tam anlamıyla milli bir ekonomi hamlesi gerçekleştirilmiştir. Ülkemizde, 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’ndan çıkılmasına karşın savunmadan gıdaya, finanstan tekstile, madencilikten çimentoya kadar birçok alanda fabrikalar kurmuştur.

Yazının devamı için TIKLAYINIZ!