Öngörü ve Gerçekleşme

Mahfi Eğilmez – 01.07.2016

Bu blogda 16 Mart 2014 günü Türkiye’deki Değişimin Sosyo Ekonomik Analizi başlığı altında yayınlanmış olan uzun bir analiz yazım var. Bu yazım aslında 3 Kasım 2007 tarihinde Osmanlı Bankası Voyvoda Caddesi toplantıları çerçevesinde düzenlenen Yeni Türkiye’nin Değişkenleri başlıklı oturumun panel tartışması bölümünde yaptığım konuşma ile 13 Kasım 2009 tarihinde şimdi tarihe karışmış bulunan Maliye Teftiş Kurulu’nun 130’uncu kuruluş yıldönümünde yaptığım konuşmanın gözden geçirilip güncellenmesiyle yazılmıştı. Yani buradaki görüşlerim 2007 yılına kadar geri gidiyor. Bu yazımda Türkiye’nin Ortadoğu’daki Yeni Konumu adlı alt başlıktaki değerlendirmem aynen şöyleydi:

“Türkiye’nin Ortadoğu’daki Yeni Konumu:

Türkiye’nin öteden beri komşularıyla ilişkileri sıkıntılıdır. Suriye ile uzun yıllar düşmanlık yaşandı sonra ilişkiler düzeldi derken son dönemde tamamen bozuldu. İran ile ilişkiler hiçbir zaman iki tarafı da tatmin edecek düzeyde olmadı. Irak konusu başka sorunlar taşıyor. Rusya ile bazen iyi bazen kötü ilişkiler yaşadık. Balkanlar’daki komşularımızla ise hiçbir zaman kalıcı dostane ilişkiler içinde olmadık.

Son döneme girilirken sloganımız “komşularla sıfır sorun politikası” idi. Başlangıçta bu yolda biraz yol alınmış olsa da bugün, başladığımız noktadan bile daha geride bir yerde bulunuyoruz.

Ortadoğu, enerji kaynakları nedeniyle en önemli bölgelerden birisi konumunda bulunuyor. Bu bölgenin sorumluluğu başlangıçta Mısır ile İsrail arasındaki işbirliğinde arandı. Tutmayınca ABD burada liderliği doğrudan ele alarak Irak’a müdahale etti. Deneyimleri kötü sonuçlanınca yeni bir bölgesel lider aramaya başladı. Türkiye, Ortadoğu ve hatta Orta Asya bölgeleri için bölge lideri olabilirdi. Türkiye, bölgenin en güçlü ekonomisiydi. Orta Asya ülkeleri nezdinde yüksek bir kredibiliteye sahipti. İsrail ile pek bir sorunu yoktu. Bölgenin batıya en yakın sisteme sahip ülkesiydi. Demokrasi ve insan hakları konusunda bazı sıkıntıları olsa da bölgenin en ilerisi ve batıya en yakın olanıydı. Bu durumda Türkiye ile İsrail, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesini uygulamakta bölgesel taşeronları olabilirdi. ABD, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde bu stratejiyi uygulamaya koydu.

İlk aşamada Türkiye’nin batıyla ilişkileri sağlamlaştırılmaya başlandı. AB ile müzakerenin başlaması bu aşamadaki dönüm noktasıdır. İkinci önemli aşama Türkiye’ye, G 20 ülkeleri arasında yer verilmesidir.

Sonra Türkiye’nin İslam kimliği öne çıkarılmaya başlandı. Böylece Ortadoğu halkları üzerindeki kredibilitesi geliştirildi. Ardından İsrail ile ilişkilerin bir parça soğutulması projesi devreye girdi. Bunun sonucunda Türkiye’nin Araplar nezdinde eskiden oldukça düşük olan kredibilitesi biraz yükseldi.

Böylece Türkiye, küresel sistemin Ortadoğu ve Orta Asya bölge sorumluluğunu ortaklaşa üstlenebilecek konuma taşınmış oldu. Bu rolün kazançlı görünen ama yüksek riskler taşıyan bir rol olduğu ve Türkiye’nin bu rolü iyi oynarsa küresel sistemde önemli bir oyuncu olabileceği ama iyi oynayamazsa çok sıkıntılı bir duruma düşebileceği görülüyordu. Türkiye bu risklere karşın bu rolü oynamaya girişti…Türkiye’nin Orta doğudaki yeni konumu biraz dışsal biraz da içsel bir gelişme olarak belirtilebilir. Dışsallığı bizi bu role ABD’nin itmiş olmasından, içselliği ise siyasal iktidarın bu role hiç itiraz etmeden soyunmasından kaynaklanıyor. Cumhuriyet’in kurulduğu tarihten itibaren uzun süre dış gelişmelere tarafsız kalmaya yönelmiş bir ülkenin birdenbire bu tür bir düzenlemede aktif rol alması da çok önemli değişimlerden birisi. Ne var ki Türkiye bu rolü iyi oynayamadı. Şu sıralarda Orta doğuda üstlenmeye uğraştığı ağabey – lider konumundan uzaklaşmış bulunuyor.”

An itibariyle Atatürk’ün ‘yurtta barış dünyada barış’ ilkesine geri dönmüş görünüyoruz. Keşke tarihi biraz daha yansız incelemiş olsaydık.