Dünya Ekonomisinde Tarihe Dönüş(mü): Yeni İpek Yolu ve Değişen Ekonomik Güç Dengesi

 “İç huzuruma kavuşmamı sağlayan olay, doğduğum şehirden kilometrelerce uzakta ve de ona kesinlikle benzemeyen bir başka ülkede, mesela Kalküta’nın herhangi bir sokağındaki bir dilenciyle eşit olduğumu fark etmemdir.”

KİTARO (Masanori Takahashi)

Kitaro’nun, efsane İpek Yolu (The Silk Road ) müziği; doğunun gizemi ve asilliği ile sonsuzluk duygusu yaratan çöllerde ağır ağır yol alan kervanların içindeymiş gibi Çin’den, Altaylardan, Hazar Denizinden, Pars ülkesinden, Tibet’ten, Keşmir’den Anadolu ve Akdeniz’e uzanan geçmişten günümüze süren uzun bir yolculuğu anlatır. Mistik ve dingin bir ruh halinin bıraktığı müziğin etkisi; uçsuz bucaksız çöllerde kervanlarla aşılan yolları, insanları, kurulan pazarları, birbirinden farklı şehirleri, kültür ve medeniyetleri canlandırır zihnimizde. Bu yolculuğun geçtiği yolun ve kollarının yönetilmesi birçok ülke ve medeniyet için mücadelelere ve savaşlara neden olmuştur aynı zamanda.

Toplumun temel ihtiyaçlarını karşılama, onlara yaşam alanı oluşturma, doğal kaynaklara erişim ve ekonomik etkenler ile belirli bir bölgeye hakimiyet kurma gibi dini ve ideolojik birçok neden ülkeleri, güçlü bir orduya ve ekonomiye sahip olmak zorunda hissettirmiştir. Bu noktada verimli tarım alanlarına ve ticaret yollarına sahip olmak; mücadele ve savaşları da beraberinde getirmiştir. Şüphesiz ki uzun yıllar boyu İpek Yolu bu mücadele ve savaşların merkezinde yer aldığı gibi günümüzde de tekrar uluslararası güç ve ekonomik tarihin akışını değiştirmeye aday olarak karşımızda durmaktadır.

Bu bağlamda ele aldığımız çalışmamızın ilk bölümünde tarihsel süreç içerisinde İpek Yolu üzerinden şekillenen dünya ekonomisi ve gelişiminin bugüne kadar değerlendirilmesi ile Dünya Ekonomisi için analist ve ekonomistler tarafından geleceğe dair öngörüler incelenmiştir.

İkinci bölümde ise, Çin Ekonomisinin geçirdiği dönüşüm ile birlikte dünyada yaşanan son ekonomik krizlerin ardından yaşanan Dünya Ekonomik merkezinin ekseninde yaşanan kayma ele alınmıştır. Sınırlı büyüme potansiyeline sahip Avrupa Ekonomisi ve Çin’in sürdürebilir büyüme ile gelecek hedeflerine ulaşma noktasında hayati öneme sahip Yeni İpek Yolunun; bu güzergah üzerinde bulunan ülkeler açısından etkileri analiz edilmiştir.

1. BÖLÜM

Tarihte İpek Yolu

M.Ö 2. yüzyıldan başlayıp 1800’lü yıllara kadar etkisini sürdüren İpek Yolu, doğuda Çin, Orta Asya, Hindistan, Güneybatı Asya ile batıda Akdeniz’den Avrupa’ya, güneyde ise Afrika’nın kuzeyine uzanan tarihin en eski ve en büyük ticaret organizasyonudur. İpek Yolu, tarımsal Çin bölgeleri ile bozkır göçebeleri arasındaki sınırlar boyunca, iktisadi zorunluluk nedeniyle yani bu iki ayrı toplumun birbirine bağımlılığı ve çatışmalarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. İpek Yolu ile Çin’de üretimi yapılan ipek, kağıt, baharat porselen, metal eşyalar, hediyelik eşyalar ve diğer emtialar Çin’den başlayarak binlerce kilometre mesafeden Anadolu ve Akdeniz aracılığıyla Avrupa’ya ulaştırılıyordu. Bunun karşılığında geri dönen kervanlar Çin’e Avrupa’da üretilen ürünleri taşıyorlardı.

Toplumlar arasındaki bu ticari faaliyetler beraberinde diğer sosyal ve kültürel ilişkilerin kendiliğinden kurulmasına ve gelişmesine yol açmıştır.  İpek Yolu sadece tüccarların değil, aynı zamanda, doğudan batıya ve batıdan doğuya bilim adamlarının, orduların, fikirlerin, dinlerin ve kültürlerin de yolu olmuştur. Bu karşılıklı etkileşim yeni fikirlerin ve buluşların önünü açmış; sanat, din, felsefe, teknoloji, dil, bilim, mimari ve medeniyetin her diğer unsuru, İpek Yolu aracılığı değişmiş ve gelişmiştir.

Asya’yı Avrupa’ya bağlayan bir ticaret yolu olmasının ötesinde, insanlığa; bölgede yaşayan kültürlerin, dinlerin, ırkların da izlerini taşıyan olağanüstü tarihsel ve kültürel bir zenginlik sunan İpek Yolu VII. ve VIII. asırlarda ulaşım yoğunluğu bakımından en parlak dönemini yaşamıştır. İpek Yolu’nun meşhur hale gelmesinde Türk devletlerinin de büyük rolü olmuştur. Orta asırlarda ise Büyük İpek Yolu ülkeler arasındaki ticari ve medeni ilişkilerin gelişmesinde çok büyük roller üstlenmiştir.

Çeşitli uygarlıklarının ekonomik kaynağı olan İpek Yolu zamanla politik ve askeri karışıklıklar ile ticaret yollarının güvenliği azalmış, Çin deniz ticareti sayesinde Güneydoğu Asya’da yeni pazarların keşfedilmesi ve Arapların koyduğu yüksek vergiler nedeniyle İpek yolu daha az tercih edilir hale gelmiştir. Hint Okyanusu’nun deniz yollarından gelen yoğun rekabet nedeniyle düşüş eğilimine girmiştir. Avrupalı denizcilerin dünya geneline açılmaları ile İpek yolu önemini tamamen yitirmiştir. Böylece uzun süren yolculuklar ve malın aracılara teslim edilmesinin

yerine daha kısa sürede gerçekleştirilen deniz taşımacılığı önem kazanmıştır. Yüzyıllar boyu süren İpek Yolu’nun kapanışı, tüccarları ticarete devam etmek için denizlere zorlamış bu da dünya çapında etkileşime ve küresel bir topluluğun başlangıcına yol açan Keşifler Çağı’nı açmıştır. 

Dünya Ekonomisinin Tarihsel Süreci

İnsanlık tarihinin çoğunda, küresel ekonomik çıktıdan en fazla payı alan ülkeler veya iktisadi açıdan en büyük güçler,  en fazla insanı bünyesinde barındıran ve en çok ülkeyi kontrol eden ülkeler olmuştur. Bunun sebebi sanayileşmenin olmaması ve yaklaşık 300 yıl öncesine kadar dünyadaki ekonomilerin esasen tarıma dayanması ve araziden üretilen değerlerden oluşmasıydı.

Dünya üretiminin başlangıcından Sanayi Devrimine kadar teknolojik alandaki ilerlemeler, oldukça yavaştı ve bu dönemde nüfus ve insan emeği büyüme sürecinin önemli bir bileşeniydi. Ancak bu üretim tarımda iyileştirmeler olmaksızın devam ettirilemedi. 18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılın başında, kas gücüne dayanan ekonomiden, endüstri ve makine üretimine geçişle sonuçlanan Sanayi Devrimi ile birlikte önemli alanlarda teknolojik ilerlemeler sağlandı. Temel bilimsel yöntemdeki gelişmeler ve sistematik birikimler yüzyıllar boyu çaba sarf edilen entelektüel bilgi birikimini oluşturdu böylece Avrupa’da sermaye birikimi arttı aynı zamanda kurumsallığın temellerini atıldı. Teknoloji alanındaki ilerleme süreci, deniz teknolojisi ile birlikte yeni pazarlara daha hızlı açılma imkanını beraberinde getirdi.

Grafik büyük ekonomilerin tarih boyunca Dünya GSYİH içindeki yüzde olarak payını ve gelişimini göstermektedir. Grafiğin 1800’lü yıllardan öncesi, üretimin büyüklüğünün nüfus dağılımı ile bir yaklaşımını; 1800’lü yıllar sonrası ise dünyadaki üretkenlik farklılıklarının bir gösterimini ortaya koymaktadır.

Geçen ikibin yılda dünya nüfusu 22 kat, kişi başına gelir 13 kat, dünya GSYİH’ si ise neredeyse 300 kat artmıştır. Hindistan ve Çin 200 yıl öncesine kadar dünyanın en büyük ekonomileriydi. Hindistan ve Çin sırasıyla dünya nüfusunun üçte birine ve dörtte birine ev sahipliği yaptı sırasıyla dünya ekonomisinin üçte birine ve dörtte birini komuta ettiler çünkü bu dönemde nüfus büyüklüğü ekonomik çıktıda baskın bir faktördü. İpek Yolu’nun güvenliğinin sağlandığı dönemlerde Çin Ekonomisinin dünya üretiminden aldığı payın arttığı görülmektedir.

Sanayi Devrimi’nden önce kişi başına gelirde yavaş bir büyüme vardı çünkü üretkenlikten gelen sürekli gelir artışı gibi bir şey yoktu. Sanayi devrimi gerçekleştikten sonra dünyanın ekonomik gelişimi daha dinamik ve daha yoğun olmuştur. Bu dönemden itibaren Avrupalılar ve Amerikalılar Sanayi Devrimi’nin getirdiği teknolojiyi ve her türlü yeniliği kişi başına düşen GSYİH’yi yükseltmek için kullanmışlardır.

Sanayi Devrimi ile 1820’lere denk yıllarda Çin ve Hindistan’ın ekonomik üretimi düşmeye başlarken Avrupa ve Amerika’nın ekonomik üretimi yükselmeye başlamış, Avrupa özelinde küresel çıktının % 21’ni karşılayan İngiltere’nin avantajı, sanayi devriminin büyük teknolojik yükselişinin yanı sıra sömürge mallarından kazanç sağlama kabiliyetinden kaynaklanmıştır.

Grafikte bugün ABD, yaklaşık 140 yıldır dünyanın en büyük ekonomisine sahip ve yaklaşık olarak nüfusun %5’ini küresel GSYİH’nın %22’sini oluşturuyor. Avrupa ise yaklaşık %18’ni oluşturuyor. Burada dikkat çeken husus Avrupa ve ABD’nin göreli gücünün artık azalmakta olduğudur. Asya ise dünya nüfusunun %60’ını ve GSYİH’nın %30’unu oluşturmaktadır. Geçmiş yarım yüzyılda, yeniden canlanan Asya ülkelerinin performansı Avrupa ve ABD’yi yakalama ihtimalinin var olduğunu ortaya koymaktadır.

2030 ve 2050 yılları için Dünya Ekonomisi Projeksiyonu

Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte ABD dünyada oluşan güç boşluğunu tek başına doldurmaya çalışmıştır. Bu iddia ve misyon ile gösterdiği çabalar ve müdahaleler birçok coğrafyada istikrarsızlık meydana getirmiştir. Bu istikrarsızlığın yarattığı ortam ülkeleri ekonomik, askeri ve siyasi alanda yeni arayışlara ve ittifaklara itmiştir. ABD stratejisinin Orta Doğu’da ve Orta Asya’da zayıflamasıyla Rusya, Çin, Hindistan, Türkiye gibi küresel ve bölgesel lider olma potansiyeline sahip ülkeler stratejik açılımlarına ivme kazandırmışlardır. Diğer bölgesel güçlerinde buna eklemlenmesi büyük dönüşüm yaşan uluslararası sistemin çok merkezli yapısını ortaya çıkarmıştır.

Bu çok merkezli yapıda; ekonomik, politik ve stratejik güç merkezinin tekrar Batı’dan Doğu’ya kaydığı ve mücadelenin Ortadoğu, Asya ve Afrika’da yaşandığı görülmektedir. Bu coğrafyalardaki zengin enerji kaynakları ve güzergahları yüzlerce yıl önce olduğu gibi bugünde bu bölgeleri şiddetli mücadele ve savaşların merkezi yapmaktadır. Aslında Ortadoğu, Afrika ve Pasifik’teki tüm karışıklıklar bu güç kaymasının engellenmesi isteğinden kaynaklanmaktadır.

 

Tabloya bakıldığında, en büyük ekonomiler arasında ABD 18 trilyon dolarlık GSYİH ile dünyanın en büyük ekonomisine sahip ülke konumunda bulunmaktadır. ABD’yi yaklaşık 11,8 trilyon dolarlık GSİYH ile Çin izlemektedir. Çin’i ise 11,6 trilyon dolar ise Euro Bölgesi izlemektedir. Avrupa ülkeleri ise sırasıyla Almanya 3,3 trilyon, İngiltere 2,8 trilyon ve Fransa 2,4 trilyon dolar ile sıralanmaktadır. Diğer büyük ekonomilere baktığımızda ise Hindistan 2 trilyon, İtalya 1,8 trilyon, Brezilya 1,7 trilyon ve Kanada 1,5 trilyon ile dünya ekonomisi içerisinde ilk 10 sırayı oluşturmaktadır. Ülkemiz ise sıralamada 718 milyar Dolar GSYİH büyüklüğü ile 18. sırada bulunmaktadır.

Dünya ekonomisinin geleceğe dönük yapılan projeksiyonlarında; ABD ile Çin arasındaki GSYİH farkı 5,4 trilyon dolara düşeceği ve 2030 yılında Çin 34,4 trilyon dolar dünyanın en büyük ekonomisi haline geleceği tahmin edilmektedir. Hindistan’ın 10,1 trilyon dolar ile ABD’nin (32,9 trilyon dolar) arkasından Japonya’yı geçerek 3. sıraya yerleşeceği öngörülmektedir. Hindistan 2030’da yılında, Çin’in bugünkü durumuna benzer şekilde, yükselen ekonomik güç merkezi olarak görülecektir.

Tabloda, 2030 yılında Avrupa’nın iki büyük ekonomisi Almanya ve İngiltere birer sıra düştüğü, Güney Kore’nin ise 3,5 trilyon dolar ile 7. sıraya yükselerek en büyük 10 ekonomi arasına girdiği görülmektedir. Malezya ve Endonezya sıralamada; sırasıyla 15 ve 5 sıra yükselirken; İsveç 6 basamak ve İtalya bulunduğu yerden 5 basamak aşağı inmektedir.

2050 yılı için Dünya ekonomisi yapılan tahminlerine göre ise Çin 58,5 trilyon dolarlık GSİYH 1. sıraya, Hindistan ise 44,1 trilyon dolarlık GSİYH ile 2. sıraya yükselerek ABD’nin önüne geçiyor. Gelişmekte olan ülkelerden Endonezya 4. sıraya, Brezilya 5. sıraya, Rusya 6. sıraya, Meksika ise 7. sıraya yükseliyor. Gelişmiş ülkelerden Japonya 8. sıraya düşerken Almanya 9. sıraya, İngiltere ise 10. sıraya geriliyor. Türkiye ise bu ülkelerin hemen arkasından 5,2 trilyon dolarlık GSİYH ile 11. sırada bulunuyor. Bu projeksiyona göre Endonezya ve Türkiye, dünyanın en hızlı büyüyen Müslüman Ekonomisi görünümündedir.

Ekonomik aktiviteler bakımından dünya nüfusundaki gelişmelere de bakmak yerinde olacaktır. Aşağıdaki tabloda, Birleşmiş Milletler raporuna göre, 7,6 milyar olan mevcut dünya nüfusunun 2030 yılında 8,6 milyar, 2050 yılında 9,8 milyar ve 2100 yılında 11,2 milyar’a ulaşması bekleniyor.  Çin (1,4 milyar) ve Hindistan (1,3 milyar), toplam nüfusun sırasıyla %19 ve %18’ini oluşturan en kalabalık ülkeler arasında yerini korumaktadır. Batı ülkelerinde nüfus düşerken Asya ve Afrika ülkelerinde nüfusun artması bekleniyor.

Sanayi devriminden önce bin yıldan fazla bir süre boyunca, dünyanın en büyük nüfusa sahip ülkesi Çin ile Hindistan’ın dünya ekonomisindeki toplam payı rutin olarak yüzde 50’den fazlaydı. Son iki yüzyılda önemleri batı ekonomileri daha hızlı ilerlediği için önemli ölçüde azalmıştı ancak günümüzde kaynaklara ve teknoloji erişim ile nüfus yoğunluğunun vermiş olduğu düşük maliyet dünya ekonomisinde bu ülkeleri avantajlı hale getirmiştir.

II. BÖLÜM

Çin’in Ekonomik Dönüşü(mü)?

Çin, uygulamaya başladığı planlı ekonomik politikaları ile son otuz yılda dünyanın en hızlı gelişen ekonomisi olarak bugün ABD’nin arkasından ikinci sırada gelmektedir. Çin’in büyük dönüşümü yeni bir dünya düzeni ifade etmektedir. Çin’in son dönemdeki yükselişi; bu yükselişi sağlayan ekonomik koşulların yanı sıra gelişen ekonomisine paralel olarak üçüncü dünya ülkeleri üzerinden geliştirdiği dış politikası ile de ilişkilidir. Bölgesel ve küresel düzeydeki ilişkilerini kullanmasını bilen Çin aynı zamanda küresel bir aktöre de dönüştürmüştür.

Çin 1945 sonrasının kapitalist dünya düzeninin koruyucusu örgütler ile açık bir çatışmaya girmemiş, bir yandan bu örgütler içinde sesini daha çok yükseltmeye başlarken diğer yandan da bu örgütlerin alternatiflerini inşa etme çabası içinde olmuştur.  Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS grubu, Asya Altyapı ve Yatırım Bankası ve son olarak Bir Kuşak Bir Yol Projesi, Çin’in başlattığı, önderlik ettiği girişimlerdir. Ayrıca Serbest ticaret anlaşmaları (FTAs) ve Chiang Mai Girişimi (CMI) gibi bölgesel işbirliğinin geliştirilmesinde önemli adımlar atmıştır.

Çin’i dünyada ekonomik güç olarak bugünkü konumuna getiren uygulamaya aldığı planlı ekonomik politikalar ile ekonomisinde geçirdiği yapısal dönüşümdür. Başlangıçta Çin, nitelikli işgücüne ve yüksek teknolojiye dayalı üretim yaparak; teknoloji, bilimsel bilgi, kültür ve değer ihraç eden bir ülkeye dönüşmeyi amaçlıyordu. Kapitalist üretim merkezlerindeki yükselen üretim maliyetleri Çin’e ihtiyaç duymuş olduğu bu imkanı sağladı.

Çin planlı ekonomi politikaları sayesinde devlet teşebbüslerinin özerkliği artırarak, bankacılık ve finans sistemi kurmuş, yabancı sermayeyi ülkeye çekerek, yüksek teknolojiye geçişle birlikte küresel zincirinin önemli bir parçası olmuştur. Çin bu süreçte stratejisini piyasa mekanizmasına bağlı kalarak dışa dönük ihracata yönelik olarak oluşturdu. Bu sayede yakaladığı büyüme hızı ile enflasyonu baskı altına aldı ve fiyatlarda istikrara sağladı. Çin bölge ülkeleri ile dikey olarak bütünleşmiş, güçlü bir tedarik zinciri ve emtia tüketicisi olarak rolü artmış; büyük miktarlarda cari hesap fazlası ortaya çıkmış ve devasa döviz rezervlerinin biriktirerek büyük sermaye ihracatı gerçekleşmiştir.

Bir rol model olarak bugün dünya ticaretindeki payı her geçen gün artan Çin’in gelişiminin izleri, Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri başta olmak üzere gelişmekte olan ülkeler üzerinde belirgin olarak görülmektedir. Katma değer içeren ürünlerin birçoğu Çin, Tayvan, Hong Kong gibi ülkelerin sanayi sitelerinde üretiliyor. Ucuz işgücü sayesinde çok yüksek hacimli malların üretimleri sağlanıyor ve emek ucuzluğu sayesinde fark yaratıyorlar. Çin’in büyüyen dış ticaret hacmi, gelişmekte olan ülkelere, dış ticaret hacimlerini artırarak uluslararası ticarete konu olan mal grubunda geleneksel mallardan sanayi ürünlerine doğru geçiş süreçlerini hızlandırma imkanı vermektedir.

Çin’in kişi başına düşen milli geliri 2000 yılında 946 dolardan 2016 yılında 8.239 dolara ulaşmıştır. Ülkede yaşam standartlarının yükselmesi ülkenin küresel ekonomideki payının artışı anlamına gelmektedir. Küresel ekonomi Çin kaynaklı sorunlardan daha fazla etkilenmektedir.

Dünya Ekonomisinde Eksen Değişiminin İşaretleri

1990 yıllarda kapitalist sistem içerisinde, yüksek refah düzeyine ulaşmış gelişmiş ülkeler ürettiğinden çok tüketmeye başlamışlar; gelişmekte ülkeler ise daha çok üreten ekonomiler haline gelmiştir. Bu şekilde oluşan döngü, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki dengenin giderek bozulmasına neden olmuştur. Bozulan bu denge, 1997 yılında Tayland’da başlayarak bir domino etkisi ile Güneydoğu Asya ülkeleri ve gelişmekte olan ülke ekonomilerini büyük bir finansal kriz ile karşı karşıya bırakmıştır.

Güneydoğu Asya krizinin atlatılması için, ABD 2001 yılından itibaren tek başına önlemler almış ve uygulamaya başladığı politikalar ile 2008 yılına kadar dünya ekonomisinin hızlı büyümesine neden olmuştur. Bu dönemde ekonomisi hızla gelişen, dünyanın en kalabalık ülkeleri olan Çin ve Hindistan’dan kaynaklanan talebin etkisiyle başta petrol olmak üzere bütün emtia ve tarım ürünleri fiyatlarında büyük bir artış meydana gelmiştir. Bunun sonucu olarak 2008 yılında gıda fiyatları tarihin en yüksek düzeylerine ulaşmış, altın ve petrol gibi değerli maddeler de tarihinin en yüksek değerini kazanmıştır.

Dünya ekonomisinde bu süreç yaşanırken ABD’de ekonominin temel dinamiklerinden olan mortage şirketlerinin (yüksek faizli ve riskli kredi veren şirketler) yetersiz geliri olan müşterilerine verdikleri kredileri tahsil edememesiyle  2008 yılında kapitalist sistemin Büyük Buhran’dan yana en büyük ekonomik krizi patlak verdi.  Mortgage temelli 2008 ekonomik krizi, hızla tüm dünyaya yayılarak mali ve reel sektörde küresel bir boyut kazanmış ve dünya ekonomileri üzerindeki yıkıcı etkileri ortaya çıkmıştır.

Krizle birlikte finansman koşullarındaki bozulma ve toplam talebin gerilemesiyle birlikte küresel ticaret hızla yavaşlamıştır. Krizle birlikte Avrupa ülkelerindeki yüksek borç stokları ve bütçe açıklarına ilişkin sorunlar AB ekonomisine ilişkin endişelerin artmasına neden olmuştur.

ABD ve Batı ülkeleri krizle boğuşurken Asya ülkeleri ise hızla yol almaya başlamışlardır. Gelişmiş ülkelerin sınırlı ekonomik büyüme potansiyeline karşılık; Asya-Pasifik ülkelerinin üretim gücü, tasarruf birikimi, sanayi üretim kapasitesinde artış, teknolojiye erişim, enerji ve diğer doğal kaynaklara yönelik talebi genişlemiştir. Arzın sınırlı kalması nedeniyle emtia fiyatlarının artması bu ülkelere avantaj sağlamış ve ekonomik gücün başta Çin olmak üzere Asya ülkelerine doğru kaymasının önünü açmıştır.

Kapitalist sistem içerinde yaşanan son kriz yeni bir eko-politik dengenin koşullarını olgunlaştırdı ve bağımsız politikalar üretebilen ülkeleri yeni arayışlara itti. Örneğin İngiltere’nin Brexit referandumu ile Avrupa Birliği’nden çıkma kararını alması; gelişmeleri çok iyi okuması ve yenidünyanın eko-politik sistemiyle ilgili yeni bir pozisyon alması ilgilidir.

2016 yılı Kasım ayında ABD’de Trump’ın “Amerikayı Yeniden Harika Yap” (Make America Great Again ) sloganı ile başkan seçilerek politikalarını bu çerçevede uygulamaya başlaması yeni eko-politik düzenin oluşumun hızlandığının işareti olarak görebiliriz.

Eksen Değişiminde Kritik Yol : “Bir Kuşak Bir Yol projesi” (OBOR)

Küresel ekonomik krizi sonrasında çok az bir oranda daralma gösteren Çin ekonomisi, ihracattaki avantajlı konumunu büyük ölçüde sürdürmeye devam etmiştir. Ancak Çin, büyüyen ekonomisinin sürdürebilirliği ve güvenli enerji kaynaklarına ihtiyaç duyması nedeniyle İpek Yolu’nu gündeme getirmiş ve bu yolun geçtiği ülkelerin dikkatlerini tekrardan bu projeye çevirmelerini sağlamıştır.

Şüphesiz ki Yeni İpek yolu ile Çin’in siyasi etki alanı mutlaka genişleyecek ve bu da jeopolitik kırılmalar yaratacaktı. İpek yolu projesi ağır sanayi kapasitesi ve ileri teknoloji seviyesi rağmen yaşadığı ekonomik durgunluk ve yüksek bütçe açıkları nedeniyle yeterli ve sürdürebilir bir büyümeyi sağlayamayan AB ülkelerinin pek çoğu için can simidi niteliğinde göründü. İngiltere, Brexit sonrası Pekin’i yatırım ve ticarette doğal ortak ilan etti. Macarlar ve Polonyalılar gibi nispeten fakir ülkelerde, Çin’i AB’den daha yakın ekonomik ortak olarak görmeye başladılar.

Yeni İpek Yolu başta Çin olmak üzere bağımsızlıklarını kazandıktan sonra dünyayla ekonomik entegrasyonu önceleyen Orta Asya Türki Cumhuriyetleri ile Türkiye, İran ve Rusya gibi önemli ülkeleri içermektedir. Çin, dünyanın en büyük ulaşım projesi olarak görülen “Tek Kuşak, Tek Yol” yani Modern İpek Yolu (The New Silk Road) projesini hayata geçirmek adına önemli çalışmalar yapmaktadır. Bu güzergahlarda politik eşgüdümünün, altyapı ve teknik standartların, serbest ticaretin ve finansal bütünlüğün gerçekleştirilmesini amaçlayan Asya ve Avrupa arasındaki ekonomik bütünleşmeye katkıda bulunacak Yeni İpek Yolu güzergahtan oluşmaktadır.

İpek Yolu Ekonomik Kuşağının öncelikli hedefler arasında güzergah üzerindeki Orta Asya ülkelerinde altyapı imkanlarının geliştirilmesi, yerli ve yabancı yatırımların artırılması ve ticaret serbestliğinin sağlanması yer almaktadır. Proje kapsamında yüksek hızlı demir yolu, kara yolu, limanlar, havaalanları, doğalgaz hatları ve diğer altyapı projeleri bulunmaktadır.

İkinci hat ise Çin’i Hint Okyanusu üzerinden Basra Körfezi ve Akdeniz’e bağlayacak olan “Deniz İpek Yolu hattıdır. Deniz İpek Yolu’nun öne çıkmasında mevcut güzergahların hem maliyetli olması hem de Aden Körfezi ve Malakka Boğazı’nın varlığından kaynaklı güvenlik sorunlarının ortaya çıkması etkili olmuştur. Bu hat aracılığıyla Basra Körfezi ve Hint Okyanusu üzerinden deniz yoluyla yapılan ticaretin geliştirilmesi planlanmaktadır.

Yeni İpek Yolu güzergahtaki bulunan ülkeler ve bölgeler için çok ciddi katma değer oluşturacak ekonomisini canlandıracağını ve ürünlerin hedef pazarlara erişmesine olanak sağlayacaktır.

Proje kapsamında Çin 65 ülkeyi kapsayan 81 bin km’lik hızla tren altyapısını inşa etmeyi planlıyor ki bu dünyanın şu andaki toplam hızlı tren yolu uzunluğundan daha fazladır. Güzergahın geçtiği alan dünya kara parçalarının %40’nı, dünya nüfusunun %65’ni ve küresel ekonominin  %30’unu oluşturuyor. Deniz İpek Yolunda ise deniz ticaret yüklerinin yarısı bu suları kullanıyor. Yapılan liman, demiryolu ve kara yolu alt yapı yatırımlarının jeostratejiyi etkilemesi kaçınılmaz olacaktır.

Çin, bu yol üzerinden ekonomik açıdan genişlemek ve uzun vadede küresel ölçekte liderlik kazanmak için tüm paydaşları istikrar, kalkınma ve insan koşullarını destekleme potansiyeline sahiptir. Bu nedenle siyasi ve sosyo-ekonomik dinamikleri ile küresel yönetişim ve bölgesel ve yerel güvenliğin artırılması, ekonomik açıdan ortak güvenlik vurgulayan Çin’in daha aktif bir pozisyon almaya itecektir.

Asya’daki ekonomik büyümenin ve entegrasyonun köşe taşları ve sonunda daha yakından devletlerarasında siyasi ve güvenlik alanında işbirliğine gidilmesine karşın, bu yol üzerinde birçok engeller bulunmaktadır. Jeopolitik alanın genişliği bu yol üzerinde bulunan ülkelerde ki siyasi ve askeri gerilimler İpek yolunun geleceğini etkileyebilir. 2017 yılının sonunda İran’da başlayan iç karışıklıkta bunu teyit etmektedir.

İpek Yolu uluslararası ekonomik işbirliği modeli ortaya çıkaracak Avrasya’da kalkınma ve entegrasyonu için katalizör görevi görecektir. Çin’in küresel finansal gücü, güvenlik tehditlerini hafifletme ve stratejik birikime sahip olması Avrasya’nın kritik önem taşıyan altyapısı ve bağlantı yetersizliğine büyük ölçekli finansal alternatifler sağlayabilecek ve bunun uzun vadeli ekonomik siyasi sonuçları olacaktır.

Kıtalararası İpek Yolu değişiminde çok sayıda ülkeyi birbirine bağlayan bu çaba, dünyanın modern çağdan çok önce ekonomik ve ideolojik güçlerle bağlandığını gösterecektir

 Biz neredeyiz?

Ekonomik ve politik koşulların çok hızlı değiştiği zihinleri zorlayan bir konjonktürde, sürdürebilir bir büyüme ile refah düzeyinin artırılması; şüphesiz ki çok kutuplu bir döneme girilen dünyada geleceği iyi okuyan ve kendi potansiyelinin farkında bir ülke olarak; uluslararası stratejik hamleleri ve işbirliğini oluşturmayı gerekli kılmaktadır.

Jeopolitik olarak kritik bir noktada bulunan Ülkemiz için Yeni İpek Yolu projesi; Çin tarafından Türkiye’ye yapılacak yatırımlar ile Türkiye’nin çevre ülkelerde ve geçiş yollarındaki ülkelerde yapılacak yatırımların bir parçası olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Bu proje ile Türkiye açısından, gündemdeki demir yolu, otoyol, enerji gibi büyük altyapı projelerinin finansmanı için önemli bir kaynak fırsatı ve Türk şirketleri için ise bölge ülkelerde yapılacak benzer yatırımlar çerçevesinde önemli iş fırsatları sunmaktadır.

Batıya ekonomik bir hamle olarak şekillenen Pekin’den Londra’ya uzanan Yeni İpek Yolu projesinde önemli bir kavşakta yer alan ülkemizde; Marmaray, Avrasya Tüneli, Üçünçü Havalimanı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Osman Gazi Köprüsü, hızlı tren, metro gibi ulaştırma projeleri Devleti yöneten aklın geleceğe dönük küresel vizyonunu göstermektedir. Bu ulaşım projeleri birlikte diğer şehirlere ve uluslararası noktalara ulaşım kolaylığı ülkemizi birçok alanda ön plana çıkaracağı muhakkaktır.

Ülkemizin 2023‘te 500 milyar dolar ihracat hedefine ulaşması ve küresel bir merkez olma yolunda ilerlemesi için; yükselmekte olan ülkeler gibi tüm sektörlerde yapısal dönüşümü gerçekleştirmeli, yüksek katma değerli ürün üretimine ve markalaşmaya, fark yaratmaya, inovatif ürünler oluşturmaya, yeni pazarlar keşfetmeye ve geliştirmeye ihtiyacımız bulunmaktadır. Bu alanlardaki ilerlemeler bize büyük bir ekonomi olmanın yolunu açacak anahtarlardır. Tarihten gelen misyonumuz ve etki alanımız bize dünyanın en büyük ekonomileri arasına girme sorumluluğu yüklemektedir. Tarihin bizi beklediği yer de orasıdır.

“Su akar yatağını bulur”

Kaynaklar:

  • Alfred J. ANDREA, The Silk Road in World History: A Review Essay, University of Vermont
  • Angus Maddison, The World Economy
  • Doç. Dr. Bilgehan Emeklier , BİLGESAM, Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Sistemin Analizi
  • Chrıs Matthews, Fortune 5: The Most Powerful Economic Empires of all time
  • Erdal Tanas Karagöl, SETA, Perspektif – Modern İpek Yolu Projesi
  • İzmir Ticaret Odası, Ar-Ge 2010 Nisan Ekonomi Bülteni
  • Mikko Huotari, Europe and China’s New Silk Roads – Clingendael Institute
  • Nejat Eslen, “Çok Kutuplu Düzen”, Cumhuriyet Strateji
  • Reserve Bank Of Australia, Conference – 2011-From the Asian Miracle to an Asian Century?
  • Richard Ghiasy – Jiayi Zhou, The Sılk Road Economıc Belt
  • Xinru Liu, The Silk Road in World History
  • http://www.ancient.eu
  • http://altayli.net- Türk tarihi araştırmaları
  • http://genelturktarihi.net
  • http://www.tasam.org/tr – Çin Ekonomisinin Yapısal Dönüşümü ve Gelişmekte Olan Ülkeler Açısından Sonuçları
  • http://www.silkroutes.net
  • http://com

Erkan Bay