Dikey Yapılaşmanın Psiko-Sosyolojik Değerlendirilmesi

Yıl 1983. Bahçeli müstakil bir evde oturduğumu hatırlıyorum dün gibi.

Çeşit çeşit meyvelerin, rengarenk çiçeklerin kokusu içinde büyüdüm. Şimdi anlıyorum ki bu ne büyük zenginlikmiş benim hayatımda… Kuşlar, tavuklar, danaburunları ve daha birçok canlı ile birlikte yaşamak… İlkokul 3 sınıf öğrencisiyim. Çocukluk bu ya yeni yeni apartmanlar yapılmaya başlanmış ve az olduğu ve farklı olduğu için değişik çocukluk dünyamda ona özeniyorum ve bahçeli evde oturuyorum demekten çekiniyorum… Keşke şimdi olsa da ben yine bahçeli evde oturuyorum diyerek sanayileşmeye karşı inatla doğal yaşam diyebilsem…

8-9 yaşında böyle düşünmeye iten dinamikler neler olabilirdi? Onu birazdan irdeleyeceğim ancak şunu söyleyebilirim; o zaman ki dinamikler ne ise günümüzde de aynı dinamiklerin halen geçerli olduğunu düşünmekteyim. Var olma çabası ile birlikte gelen güçlü olma gerekliliği. Güçlü olan zayıf olanı yer mantığı… Güçlü olmak fiziksel anlamda mı yoksa içsel duygusal anlamda mı kullanmak dersek tabi ki her ikisi de ancak zeka bakımından ve sosyal duygusal anlamda güçlü olan kişiyi önünde engeller ne kadar dağ gibi dursa da onu yıkamaz üzemez ve yok edemez. Güç nicelik ve somut olarak düşünülür ve insanlar somut düşünme döneminde kalmıştır. Gözle görünür olanı arar zenginlik gibi, mal gibi veya eşya gibi bunların o devirde göstergesi ne ise çoğunluk ona yönelir.

Çoğunluk Platon’un dediği gibi arzu ve iştahlarına göre davranır. Arzu ve iştah yönü ağır basan çoğunluk günümüzde piyasayı belirler. En çok talep ediliyorsa o arz edilir… Kısa yoldan şöhret olmak, kısa yoldan yükselmek veya kısa yoldan sınıf atlamak hep bu çoğunluğun arzu ettiği şeydir. Dolayısıyla çoğunluk 30-40 katlı binalarda oturup diğerlerine yukardan bakmayı isterse o zaman gökdelenlerin orada yükselmesinden başka çare yoktur. Tabi birde az maliyetle çok kazanç isteği olan inşaatçıları da burada göz ardı etmemek gerek. Çoğunluğu reklam ve algı operasyonu ile yöneten kesim de bu kesimdir. Usta psikolog ve reklamcılarla çalışılır, topla tüfekle mertçe savaş dönemi çoktan bitmiştir. Artık teknolojik ve psikolojik olarak yürütülen bir savaşın tam ortasındayız. İnsanın kendisi ile savaşı da tam tepe noktada yer alıyor bu savaşta ve insan tek başına dünyaya meydan okuyor. “Benden önemli hiç bir şey yok…” Beni üzecek her ne ise ondan uzaklaşmam ve beni mutlu edecek olana yakınlaşmam gerek diyecek.

Modern dönemin bu aşırı özgürlük ve bireysellik anlayışı insanı yalnızlaşmaya itmiştir. Bu anlayış yediğimiz giydiğimizden başlayarak insan ilişkilerini ve oturduğumuz yere kadar her şeyin belirleyicidir. Eşitlik ve özgürlük anlayışının getirdiği davranış biçimlerinin kontrolsüzlüğü bu sefer ünlü İngiliz düşünürü Hobs’un “insan insanın kurdudur” görüşüne kadar gitmiştir. Bu anlayış insanların birbirine karşı güvensiz olmalarını ve yalnızlaşmalarını ve kendilerini saklamalarını sürekli bir savunma halinde olmalarını sonucunu doğurmuştur. Dikey yapılaşma insanın bu bireyselliğine hizmet eden bir kentleşme olgusudur. Her ne kadar bütün insanlar eşit ve özgür olduğu kabul edilmiş olsa bile ve bunun aksi dile getirilmesi bile düşünülemez bir hal almış iken sınıf farklılıkları gözle görülür bir biçimde varlığını sürdürmektedir. Zengin-fakir, erkek-kız, gecekondu-gökdelen, gökdelenin 1.katı ile 10. katı, gökdelenin güney cephesi ile kuzey cephesi vb gibi birçok ayrım ve ayrımsallaştırma. Ne kadar zengin olursan o kadar elit olursun; zengin olursan evlilik dışı yaşam mubah bile olur, çünkü tek ölçüt para olmuştur ve onun getirdiği güç bu güç mahalle baskısını bile bıçak gibi keser.

Bir çok sosyal araştırmacı dikey yapılaşamaya iş imkanlarının çokluğu ve nüfusun belli bir yerde yoğunlaşmasını neden olarak gösterse de altta yatan psiko-sosyal nedenleri hafife almamak gerektiğini düşünmekteyim. Lokasyon yani sağlık, eğitim ve ulaşım gibi temel gereksinmelere erişilebilirliğin kolay olması tercih sebebini artırıyor. İnsanlar öncelikli olarak binaların yüksekliğine ve dezavantajlarına bakmadan eğitim, sağlık ve sosyo-kültürel imkanlar ve özgürlüklerini gerçekleştirebilecekleri mekanlara yöneliyorlar. Bu imkanlar kısa vadede insandan götürdüklerini hesaba katmadan insana sundukları açısından cazip gelebilir. Ancak sağlık alanında yapılan araştırmalara göre; kat yüksekliği belli bir dereceyi aşınca stres davranış problemleri, korku, tatminsizlik ve çaresizlik hissi, sosyalleşme yoksunluğu ve çocuk gelişiminde problemler ortaya çıkabiliyor.

Etrafında daha fazla doğal alan olanda sıkıntı, öfke, yorgunluk, depresyon, dikkat eksikliğinin daha az görülüyor ve odası yeşil manzaraya bakan hastalar duvara bakanlara göre daha çabuk iyileşiyor (Toki.Gov.Tr.Dr.Murat Dinçer ÇETİN’in konuşmasından). İstanbul Teknik Üniversitesi, Uzay Bilimleri Fakültesi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Ahmet Duran ŞAHİN yüksek yapıların Karadeniz’den gelen rüzgarı engelleyerek havanın akışını bozduğunu bunun da insanların yaz aylarında rüzgar olmayınca yüksek nemden konfor seviyelerinin düştüğünü, kış aylarında ise çabuk hastalandığını ifade ediyor. Yine biyolojik olarak yükseklere çıkıldıkça kan basıncında da oynamalar söz konusu olmaktadır. Beden ve ruh sağlığı üzerinde olumsuz etkileri olduğu kadar toplum sağlığımız üzerinde de olumsuz etkileri bulunmaktadır.

Metropollerde sayısız insanla kurulan ilişki ise insanları güvensizliğe dolayısıyla mesafeliğe zorluyor. Bugün seçilmiş bir çevre, eğitimli insanların bulunduğu bir yer, güvenlik ve temizlik belli bir yere çekiyor insanları ve buralardaki yoğunlukta dikey yapılaşmaya sebebiyet veriyor düşüncesi rant çevrelerinin vicdan rahatlatma cümlesinden yada yalnızlaşmayı tercih eden insanın bahanesinden başka bir şey değildir. Dikey yapılaşma nedenleri arasında gösterilen çok yayılırsak hizmetlere ulaşmada sıkıntı yaşarız diyenlere şuan trafikten 15 dk da ulaşabileceğimiz yere 1 saatte gitmemiz erişimi yeterince engellemiyor mu diye sormamız gerekir.

İnsan mutlu ve rahat yaşama amacını güderken tersine makinanın kölesi olmuş duruma geldi. Arabasız bir yere gidemez ve asansörsüz kata çıkamaz hale geldik. Hareketsizlik beraberinde birçok hastalığı getirdi. Bu hale nasıl mı geldik? Teknolojinin getirdiği kolaylıklar sayesinde. İnternet aracılığıyla sanal dostluklar kurduk gerçek dostluklar kurma gereksinimi ortadan kalktı. Buraya gecekondunun sağladığı sıcak ilişkilerden nasıl geldik. Akrabalık ilişkilerinin getirmiş olduğu samimi sosyal mesafenin mahalle baskısı insanı bağımsızlık özerklik mücadelesinde zorladı ve insan kalabalıklar arasında yok olmayı tercih etti. Ben dikey yapılaşma nedeni olarak bunları görmekteyim. Değişen ihtiyaçlar ve insan algısı özetle bireyselleşme rüzgarlarının getirmiş olduğu aşırı özgürlükler ve teknolojinin beraberinde getirdiği kolay yaşantılar insanı yalnız mahalle baskısından uzak dilediği gibi yaşamı sağlayan metropol yaşama dolayısıyla dikey yapılaşmaya itmiştir. Ve insan ancak doğal yapısında var olan değerlere geri döndüğünde yapı değişimlerinde ki farklılıklar da ortaya çıkacaktır. Aşırı özgürlük anlayışı yerine benim sorumluluklarım var insan olmam bunu gerektirir algısına dönüştüğünde insan toplumsal bir varlık olduğunu hatırladığında mekan da ona göre düzenlenecektir. Önce mekanı ona göre oluşturulup hizmette yaygınlaştırıldığı takdir de insan gibi yaşama dediğimiz bedensel ve sosyal ihtiyaçlarımız ancak karşılanmış olacaktır. Ancak bu bir arz talep meselesi ve algı operasyonu çalışmasıdır.

Sanayi ve teknoloji sonucu oluşan metropoller ve doğal kaynakların giderek yok olması insanı ekolojik düzenin korunmasına yönelik arayışlara itmeye mecbur bırakmıştır. Doğaya aykırı her çaba insanı yok etmekten başka bir işe yaramaz. Her ne kadar yerçekimine karşı mücadele versekte yer bizi bir gün kendisine çekecektir.

Zeynep SAYAR BOLELLİ
Pedagog, Sosyal Bilimci