Varoluşsal Tehditler ve Sürdürülebilir Ekonomi

İsrailli araştırmacı tarihçi Yuval Noah Harari, çağın en büyük düşünürlerinden biri olarak görülüyor.  Harari, insanlığın ulusal düzeyde çözülemeyecek üç varoluşsal tehditle karşı karşıya olduğunu; tehditlerden ilkinin nükleer ve siber saldırılar, ikincisinin iklim değişikliği ve üçüncüsün ise teknolojik bozulma yani özellikle yapay zeka (AI) ve biyo-mühendisliğin yükselişi olduğunu ifade ediyor.

Günümüzdeki gelişmeler ve yaşananlar, artık bu görüşü içselleştirmeyi de beraberinde getiriyor. Sıkça önemli kurumların siber saldırıya uğrayarak hizmet veremez duruma geldiği ile ilgili haberler okurken, yaz mevsimini de hem ülkemizde hem de dünyada yaşanan sel ve yangın felaketleri ile geçirdik. Pandemi sürecinde tüm ülkeler kapılarını kapatmışken, bazı ülkelerde robotların üretim süreçlerine katılımının hızlandığını, siparişlerin robotlar tarafından üretilerek depolandığını, verilerimizden yararlanarak yıllardır bize uygun pazarlama stratejilerinin geliştirildiğini şaşırmadan okur olduk.

Sürdürülebilirlik, 21. yüzyılın şiarı

Tüm bu gelişmeler günümüz dünyasının portresini şekillendirirken, sürdürülebilirlik (Sustainability) kavramı da son on yılın neredeyse şiarı oldu. Zaman zaman kaleme aldığımız sürdürülebilirlik tam anlamıyla nedir ve ekonomik açıdan ne ifade ediyor? Bu konuyu biraz irdeleyelim.

Sürdürülebilirlik, kelime anlamı ile daimi olma yeteneği olmakla birlikte 21. yüzyılda biyosfer ve uygarlığın sürdürülebilmesi kavramı olarak nitelendirildiğini görmekteyiz.

Aynı zamanda, kaynak kullanımının yönetimini, yatırımların yönünü, teknolojik gelişmenin yönlendirilmesini ve kurumsal değişimin uyum içinde yürütülmesini ve insan ihtiyaçlarını ve isteklerini karşılayabilme potansiyelinin hem günümüzde hem de gelecek için korunduğu dengeli bir ortamda değişimin sağlanmasını ifade etmektedir.*

Ekonomide sürdürülebilirlik, toplum ve çevresel koşullara da bağlı

Sürdürülebilirlik, geniş tanımı ile ekonomi, toplum ve çevre ilişkisinin kesiştiği ve etkin şekilde tasarlanabildiği bir alanı ifade ediyor aslında. Ekonominin sürdürülebilir olması da, hem toplum hem de çevresel koşulların bir arada dizayn edilmesi ile mümkün diyebiliriz.

Dolayısıyla, Dünya genelindeki bilinç ve sürdürülebilirlik adına yapılan çalışmalar, ülkeler bazındaki ekonomik ve sosyal farklılıklar nedeni ile çeşitlilik arz ediyor.

Ülkemizde ise; halihazırda gönüllü olarak iklim değişikliğinin yarattığı etkilerin azaltılması ve uyum için çok sayıda proje gerçekleştirildiğini, çeşitli yurtdışı fonlarının kullanılmış olduğunu görmekteyiz. Uluslararası Enerji Ajansı’nın kasım ayı raporunda işaret ettiği gibi; Türkiye gönüllü olarak iklim değişikliğini önlemeye yönelik (carbon offset) proje yapan dördüncü ülkedir. (Financial Times)

Avrupa Yeşil Mutabakatı üretim ve ticaretimizi etkileyecek

Avrupa Birliği, ağırlıklı olarak geçtiğimiz on yılda şekillendirdiği iklim değişikliği konusundaki çalışmalarını, son olarak Avrupa Yeşil Mutabakatı ile tasarlamış oldu. En büyük ticari partnerimiz olması hasebiyle Türkiye’nin üretim ve ticaretine doğrudan yansıyacak olan bu tasarı ile ilgili ülkemizde de çalışmalar yürütülmekte. Ticaret Bakanlığı’nın yayınladığı Yeşil Mutabakat Eylem Planı ise AB Yeşil Mutabakat sürecine uyumda atılması gereken bir dizi adımı tanımlamaktadır:

  • Sınırda Karbon Düzenlemeleri
  • Yeşil ve Döngüsel Bir Ekonomi
  • Yeşil Finansman
  • Temiz, Ekonomik ve Güvenli Enerji Arzı
  • Sürdürülebilir Tarım
  • Sürdürülebilir Akıllı Ulaşım
  • İklim Değişikliği İle Mücadele
  • Diplomasi
  • Bilgilendirme ve Bilinçlendirme Faaliyetleri

Gerçekleşmesi gereken çok fazla iş adımı olduğu ve hemen her birine ulaşmak için ise, bu yatırımları finanse edecek fon kaynaklarına ulaşmak gerektiği ortadadır. Özellikle yeşil finansmana erişim kapsamında belirlenmiş yönergede; “Yeşil dönüşümü teşvik amacıyla AB’de sağlanan teşvik unsurları da dikkate alınarak ulusal teşvik sisteminin gözden geçirilmesi ve ihtiyaçların belirlenmesi” konusu çok önemli ve de Paris Anlaşması kapsamında tartışmaya açık bir maddedir.

Paris İklim Anlaşması önümüze çıkarılabilir

Bilindiği üzere Türkiye, Paris Anlaşması’nı imzalamamış tek OECD ülkesidir. Gerekçesinin haklı veya haksız olduğu kısmını ayrı tartışabiliriz. Ancak bu bağlamda asıl tartışılması gereken konu, ileriki yıllarda AB tarafından sağlanacak teşvik fonlarından yararlanma konusunda, Türkiye’nin önüne Paris Anlaşması’nın çıkarılıp çıkarılmayacağı olmalıdır…

Henüz bu konuda bir öngörü için erken diyenlere, BM(Birleşmiş Milletler) başta olmak üzere, dünyadaki tüm küresel kurumların sürdürülebilirlik ve iklim değişikliği konusunda politikalarının Paris Anlaşması Hükümleri çerçevesinde belirlendiğini ve ileride çizgilerin daha da keskin hale getirileceğini hatırlatmak isterim.

Sürdürülebilirlik yukarıda da belirttiğim gibi; ekonomi ve çevresel faktörlerin yanında toplumsal öğenin de önemli bir parçası olduğundan, yeni ekonomi düzeninde kurumsal şirketlerin sürdürülebilirlik karnesine bu bağlamda da bir dizi sorumluluk düşmektedir ve düşecektir.

Konunun bu yanını, özellikle toplumsal eşitlik ve refah düzeyi bazında ayrı bir yazıda ele almak isterim.

Ancak tüm bunların dışında en önemli etken ise, insan olmanın topluma ve tüm öğeleri ile ekosisteme olan sorumluluğudur… İşte bu bilincin yaratılmasında başta aile olmak üzere eğitim kurumlarına çok fazla iş düşüyor. Okulların açılacağı şu günlerde sürdürülebilirlik ile ilgili çeşitli uygulama projelerinin küçük yaşlardan itibaren çocuklarımıza yansıtılmasının bu bilinci yaratma açısından faydalı olacağını düşünüyorum.

Verimli bir eğitim yılı olması dileği ile…

*https://web.archive.org/web/20190120202441/http://www.globalfootprints.org/sustainability/

Burcu Kösem