Mahfi Eğilmez – 28.07.2016
Türkiye’de pek çok kurum son 20 – 30 yılda itibar kaybetti. Dünyadaki gelişmelerin tersine Türkiye birçok alanda geriye gitti. Maddi imkânlar arttığı halde böyle bir gelişmenin yaşanması anlaşılması pek kolay olmayan bir durum gibi görünse de gerçek bu.
Bana sorarsanız en fazla itibar kaybeden kurumlardan birisi üniversite oldu. Ben bunda YÖK’ün büyük sorumluluğunun olduğunu düşünüyorum. 12 Eylül darbesi sonrasında üniversitelerde anarşiyi önleme amacıyla kurulan YÖK, ne yazık ki bilimsel özgürlüğü önledi. Bugün üniversitelerin çoğu bilimsel araştırma yapmayan, topluma yeni bir şeyler sunamayan kurumlar durumunda. Bunda ortaöğretimin giderek zayıflamasının ve tümüyle ezbere dayalı bir yapıya dönüşmesinin büyük etkisi var. Ortaöğretimden gerekli bilimsel altyapıyı, analiz yeteneğini almadan gelen ve sorgulamayı bilmeyen öğrencilerin bu eksiklerini üniversitede tamamlamak mümkün olamıyor. O nedenle çoğu üniversite, ders ezberleten, sınav yapan ve öğrenci mezun eden okullar haline gelmiş bulunuyor. Böyle bir üniversiteden topluma katkı yapacak araştırmalar yapmasını, analiz yapan, sorgulayan, bilimle uğraşan öğrenciler yetiştirmesini beklemek mümkün değil. Öyle olunca nedenlerle sonuçlar birbirine karışıyor, safsatalar, şehir efsaneleri ve komplo teorileri bilimin yerini kolayca alıveriyor.
Son yıllarda her köşede üniversite açıldı, bölüm kontenjanları inanılmayacak kadar artırıldı. Sınıflarda öğrenci sayısı arttıkça hoca öğrenciyi tanıyamaz, öğrenci de derse ilgi gösteremez hale geliyor. Sonunda hoca sıkılıyor ve kitapta ne varsa onu kısaca anlatıp gidiyor, yılsonunda da yüzeysel bir sınavla herkesi geçirip ortalığa salıveriyor. Sonra üniversite bitirdiğini ve dolayısıyla konuları bildiğini zanneden ama aslında temel ilkeleri bile öğrenememiş onbinlerce öğrenci iş bulamadığı için yaşama küsmüş olarak dolaşıyor.
Üniversite insana meslek değil bilim öğretmeli. Üniversiteyi bitiren kişi kendi alanıyla ilgili olarak önüne çıkan konuları alıp analiz edebilmeli. Ne var ki bunu yapabilen mezun sayısı son derecede az. Konuları bilse de ezber yöntemiyle öğrendiği, sorgulama ve analiz öğrenmediği için çoğu öğrenci karşısına çıkan olaylarda hemen ters sonuçlara ulaşabiliyor. Faiz yükseldiğinde kısa dönemde bankalar zarar mı eder kâr mı diye sorduğunuzda hiç düşünmeden kâr eder diye yanıtlayan öğrenci sayısını tahmin edemezsiniz. Aynı soruyu sokaktaki vatandaş da aynı şekilde yanıtlıyor. Dolayısıyla o çocuğun üniversitede ekonomi okumasının hiçbir anlamı kalmıyor. Suçlu bu gençler mi? Kesinlikle değil. Suç onlara sorgulamayı, inançla değil akılla hareket etmeyi, analiz yaparak sonuca varmayı öğretemeyen eğitim sisteminde.
1980’ler öncesinde üniversite daha bilgili, daha sorgulayıcı, analiz yeteneği kazanmış insanlar yetiştiriyordu. YÖK’ün kurulmasıyla birlikte üniversiteyi depolitize etmek, öğrenciyi büyüklerinin dediklerine göre hareket etmeye programlamak üzere biçimlendirilmiş bir modele geçildi. Sonuçta bugüne kadar geldik. Sorgulayamayan, analiz yapamayan, olaylara bilimsel açıdan bakmak yerine inanç açısından bakan ve objektif olamayan insanlarla buluş yapamayız. Buluş yapamazsak hiçbir şey yapamayız.
Eğitim alanında yapılacak yapısal reform; ortaöğretimden başlayarak üniversiteye kadar bilimsel, sorgulayıcı ve analitik eğitimi yerleştirmekten ibarettir. Bunu yapabilirsek buluş yapan ve hızla ilerleyen bir toplumsal yapıya geçebiliriz. Aksi takdirde “bir zamanlar kurtarmaya gittiğimiz Kore’ye bak nerelere geldi” sohbetini yaparak uzun yılları daha geride bırakırız.