Para Politikası Karmaşası

Mahfi Eğilmez – 02.03.2017

Merkez Bankası Ne Yaptı?  

2017 yılbaşından itibaren USD/TL kuru yükselmeye başladı. Bunun dış ve daha çok iç nedenleri vardı. Merkez Bankası 10 Ocak’tan başlayarak TL likiditesini sıkıştırmaya ve döviz likiditesini gevşetmeye yönelik çeşitli adımlar attı. 12 Ocak’tan itibaren haftalık repo ihalelerini iptal etmek suretiyle bankalara verdiği borcun vadesini gecelik vadeye çekerek iyice kısalttı. Bir yandan da bankaları geç likidite penceresi imkânını kullanmaya teşvik ederek borç verme vadesini kısaltırken faizi de bu yolla yükseltmeye yöneldi. Haftalık repo ihalelerini kaldırınca politika faizi adını verdiği faiz sadece bir isim olarak kaldı. Ya da piyasaya yön verdiği faiz geç likidite faizi olduğu için politika faizi de aslında bu faiz oldu. Böylece Merkez Bankamız istisnai bir imkânın faizini politika faizi haline getirerek dünyada bir ilke imza attı.

Merkez Bankası haftalık ve gecelik faizlerinin ağırlıklı ortalamasına Merkez Bankası Ağırlıklı Ortalama Fonlama Maliyeti adını veriyor. Aslında bu ortalama faizin gerçek adı Merkez Bankası ortalama faizi. Merkez Bankası ortalama faizi, yılın ilk akşamında yüzde 8,28 idi. Haftalık repo ihalelerini iptal ederek bankaları gecelik borçlanmaya ve geç likidite penceresi imkânını kullanmaya yöneltince Merkez Bankası’nın ortalama faizi de yükselmeye başladı. Merkez Bankası, bu hamleleriyle USD/TL kurunu frenleyemeyince ve bunun enflasyonu artıracağını görünce bu kez Ocak ayı toplantısında (25 Ocak) gecelik borç verme faizini yüzde 8,5’den 9,25’e, geç likidite penceresi faizini de yüzde 10’dan 11’e yükseltti.

Merkez Bankası, tabelada yazılı politika faizini artırmayarak politikacıların en azından görünürde faizin artırılmaması isteklerini karşılamış oldu (siyasette ve askerlikte görüntü, içerikten önemlidir.)

İlerleyen günlerde Merkez Bankası, bankalara TL borç verip sonra o TL’yi alıp döviz vermeye başlayarak döviz swaplarına girişti ve bu yolla döviz talebini karşılamaya başladı. Böylece görünürde döviz satışı yapmamış, dövizi kiralamış oluyor ve hem piyasanın isteğini karşılıyor hem de kendi döviz rezervini azaltmamış görünüyordu.

Mart ayının ilk günlerinde piyasada ciddi bir TL likidite sıkıntısı ortaya çıktı. Merkez Bankası’nın Ocak ayı ortasında başlattığı TL likiditeyi sıkıştırma politikasının buraya varması normaldi aslında. Ama anlaşılan Merkez Bankası USD/TL kurundaki yükselmeyi geçici bir olgu olarak görmüş ve geçici önlemlerle durumu idare etmeye girişmişti. Fed’in faiz artırması giderek gündeme ağırlığını vurunca USD/TL kuru yeniden yükselmeye başladı. Aslında böyle bir ortamda TL likiditeyi gevşetmek daha da yanlış olacaktı ama anlaşılan o ki likidite eksiği sıkıntı yaratıyordu. Bu kez Merkez Bankası TL likidite sıkışıklığını giderebilmek için ikinci el piyasadan Hazine kâğıdı alıp TL vermeye başladı. Merkez Bankası USD/TL kurundaki oynaklığı hala geçici bir olgu olarak düşünüyor.

Özetle söyleyelim. Merkez Bankası TL likiditeyi kısmış karşılığında piyasaya döviz vermiş ama vermemiş gibi görünmüş, faizi artırmış ama artırmamış gibi görünmüştü. Şimdi de tekrar TL likiditeyi piyasaya sunarak ilk adımlarını gevşetmeye yöneliyor.

Merkez Bankası Ne Yapmalıydı?  

Merkez bankaları sürprize açık olmaması gereken, her adımı şeffaf, her önlemi öngörülebilir olması gereken kurumlardır. Merkez bankalarının piyasaları yanıltmaması gerekir ki itibarı yüksek olsun. Merkez bankaları rasyonel bekleyişler kuramının adeta temelini oluşturur.

Merkez Bankası’nın yukarıda anlattığım bu karmakarışık, birbiriyle çelişkili uygulamalarının bir tek açıklaması olabilir: Yasasına göre araç bağımsızlığına sahip görünse de gerçekte bu bağımsızlığı kullanamıyor. Para politikası araçlarını hep belli etmeden, görünümü bozmadan kullanmaya yöneliyor. Oysa para politikası netlik, kararlılık ve görünürlük ister. Bunlardan birisi eksikse uygulama beklenen sonucu vermez. Dolar karşısında TL’nin benzer ülkelerin para birimlerine göre daha fazla değer kaybetmesinin nedeni budur.