Pahalı Dolar Ekonomisi

Geçen gün akademisyen bir arkadaşım sosyal medyada paylaştığı “manidar” ankette, “Fed’in bir sonraki parasal genişlemeye hangi nedenle geçeceğini” soruyordu. Uzaylılarla temastan tutun da mürekkebin ucuzlamasına kadar komik birçok şıkkın yer aldığı ankette trajikomik olarak nitelendirebileceğim bir seçenek daha vardı:  “Küresel kriz sebebiyle” ifadesi.

Bir ülkenin para politikası nasıl oluyor da tüm bir kürenin ekonomik krize girmesine ya da ekonomik krizden çıkışına neden olabilir diye düşündüğümde ise aklıma dünyanın para birimi olan doları biraz daha irdelemek geldi.

Neden mi?

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin süper güç olma sürecini Bretton Woods sistemi ile sağlayan para dolar olduğu için…

1955’lere kadar başarılı işleyip ardından ABD’nin cari açıklarının artması nedeni ile 1971’lere gelindiğinde çöken Bretton Woods’dan sonra, ABD’nin altına endekslemekten vazgeçtiği para yine dolar olduğu için…

Bu durumun dünyada köklü bir küresel kriz yaratıp,  80’lere gelindiğinde artık İngiliz Keynesyen iktisat teorisinin yerine neo liberal politikaların benimsenmesi ile öne çıkarılan özel teşebbüs ekonomisinin parası da dolar olduğu için…

Günümüze gelindiğinde ise; ortada 2008 küresel ekonomik krizi sonrası neredeyse sonsuza kadar genişlemesinde bahis görülmeyen bir merkez bankası olduğunu ve adı Fed olan bu bankanın tüm küresel ekonomiyi halen domine ettiğini gördük. Bilançosunu sonsuz büyütmekte tereddüt etmeyen bankanın küresel ekonomiyi domine ettiği paranın yine dolar olduğunu söylemek zaten şaşırtıcı gelmedi, değil mi?

Bir Ülke Merkez Bankası Tüm Kürenin Ekonomisini Nasıl Domine Eder?

Fed verilerine göre 2020 yılında ABD’nin dünya hasılasındaki (GSYİH-GDP)  payı yüzde 24,8 iken, uluslararası rezervlerde doların payı yüzde 59. Yani neredeyse ABD’nin yıllık üretiminin 2,5 katı kadar bir dolar rezervinden söz ediyoruz. (Kaynak: https://www.federalreserve.gov))

Diğer taraftan, Dünya Bankası’nın resmi verilerine bakıldığında ise ABD’nin dünya hasılasındaki payının 2020 yılında 20,9 trilyon dolar ile yüzde 18,55; dünya hasılasındaki diğer bir dev olan Çin’in ise 14,7 trilyon dolar ile yüzde 13,4’lük bir payı oluşturduğunu görmekteyiz.

Dünya Bankasının verilerini baz alarak açıklayacak olursam: Sizlerin de fark edeceği üzere bu iki ülkenin dünya hasılasından aldığı paylar arasındaki yüzde 5’lik fark aslında çok önemli gözükmüyor ama arada çok çok önemli bir fark var. O da tabii ki dolar…

Namıdiğer küresel para doların, küresel yabancı para rezervlerindeki oranı 2000 yılında yüzde 71 iken 2022’de yüzde 60’lara düşmüş; bu durumun oluşmasında Avrupa’nın ortak para birimi Euro’nun ortaya çıkışı etkili olmuş hiç kuşkusuz. Ancak bu yıllar arasında güçlenen Çin’in, aynı doğrultuda güçlenemeyen parasının küresel rezervlerdeki payına baktığımızda ise 2021 yılında sadece yüzde 2,4 düzeyine ulaşabildiğini görüyoruz. Euro ise, ikincil rezerv para olarak yüzde 20’lik hakimiyetini sürdürmekte.

Yabancı para rezervinde dünyada açık ara olan paranın dolar olduğunu tekrar teyit ettikten sonra, dünya ticaretinde durum nedir diye? soracak olursak;

İhracat faturalarının payına bakmak bize gerçeği gösterecek. Evet, burada da baskın paranın yine açık ara dolar olduğunu görebiliriz. Çin gibi bir ihracat devinin bölgesi olan Asya-Pasifik bölgesinde bile dolarla yapılan ihracatın payı yüzde 74 düzeyinde…

Tüm verileri irdeledikten sonra asıl konumuz olan pahalı dolar ekonomisine gelecek olursam; son 14 yılın bol dolarlı günlerinin artık mazide kaldığını, Fed’in “Artık şaka yapmıyorum, sıkılaşma adımlarını beklediğinizin üzerinde gerçekleştireceğim” mesajının, Haziran ayının 75 bp’lik faiz artışı ile gerçekten agresif bir biçimde karşılık bulduğunu, hatta bu durumun borsa ve kripto piyasalarında çok ciddi yıkımlar yarattığını görüyoruz.

Diğer taraftan gerçekleşmesini asla arzu etmediğimiz ama gerçekleşmemesi için samimi adımlar atıldığına da inanmadığım *küresel iklim krizi*nin bir sonucu olan gıda krizi ile Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte gündeme oturan enerji krizi mevcutken, ülkemizdeki haber kanallarının yaşanan krizlerden ve de Rusya-Ukrayna’daki savaş görüntülerinden daha fazla hayat pahalılığı ve seçim tartışmalarına yer verdiği bugünlerde, işimizin giderek daha da zor olacağı günlere giriyoruz.

Niçin mi?

Çünkü artık üretim ve yatırımın maliyeti çok daha yüksek, çünkü kırılganlıklarımızı daha da kırılgan hale getiren zor bir fonlama gerçeği var önümüzde.

Tüm bu krizlerden çıkışa yönelik çok önemli bir umudumuz var ki o da çok daha fazla ve yüksek katma değerli ihracat… Zira doların hakimiyetindeki bu agresifliği ancak ve ancak daha fazla dolarla aşabiliriz…

Enerjiye ve yüksek teknolojiye göreli olan bağımlılığımızı düşürmemiz gerekiyor. Çünkü ihracatta yakalanmış onca rekorun heba olmasını istemiyor yüreğim…

Bulduğumuz doğalgaza olan sevincimi ve de gururumu da yenilenebilir ve dahi nükleer enerji yatırımları ile kendi kendimize yeterek taçlandıralım istiyorum. Hatta 800’ün üstünde oluşan CDS (risk primi)’nin bile moralimi bozmasına izin vermeden bir gün bu hayallerimin gerçekleşeceğine dair hala umudum var. Çünkü ülkemi seviyorum ve üretmekten ve umut etmekten vazgeçmek istemiyorum.

Umutlu Günler Dileği İle…

Burcu Kösem