Mayısın İlk Haftasında Yaşananlar

Mahfi Eğilmez – 06.05.2016

Bu hafta Türkiye siyasetinde yaşananlar ve bunların piyasalara ve ekonomiye etkileri konusunda ısrarla bir yazı yazmamı, yorum yapmamı bekleyen değerli okurlarım için ben de ısrarla benim aşağı tam 2 yıl önce yazdığım 3 Mayıs 2015 tarihli İrrasyonel Beklentiler Teorisi başlıklı yazımı okumalarını önerdim. Buna karşın devam eden ısrarlar karşısında o yazımdan da yararlanarak bugünkü durumu ele alıp analiz etmekten geri duramayacağımı görüyorum.

Önce o yazımı aşağıya bir kez daha alayım, sonra bugüne geleyim.

“Rasyonel beklentiler teorisi

Rasyonel sözcüğü, akla dayalı, ölçülü ve hesaplı anlamına geliyor. İrrasyonel sözcüğü ise bunun karşıtı bir anlam taşıyor: Akla dayalı olmayan, ölçüsüz, hesapsız.

Rasyonel beklentiler teorisi, bu teoriyi geliştiren iktisatçılardan ikisine (Lucas, 1995 ve Sargent, 2011) Nobel Ekonomi ödülü kazandırmış bir ekonomi teorisi. Teoriye göre bütün veriler açıklandığı için piyasadaki karar alıcılar, en az ekonomiyi yönetenler kadar, olaylar ve gelişmeler hakkında bilgi sahibi olur. Bu durumda piyasadaki karar alıcılar, ekonomi yönetiminin alacağı önlemlerin etkilerini önceden tahmin eder ve ona göre davranırlar. Hükümetin ekonomiyi büyütmek için tüketimi arttırma kararında olduğunu, merkez bankasının da bu karar paralelinde para arzını ekonomik büyüme oranından fazla arttırdığını düşünelim. Piyasadaki karar alıcılar bu yaklaşımın enflasyon yaratacağı beklentisine girerler ve ürünlerinin satış fiyatlarını yükseltirler. Sonuçta enflasyon ortaya çıkar. Beklenti ne yönde ise gerçekleşme de o yönde olur.

Diyelim ki siyasal iktidar yüksek enflasyon sıkıntısını çözmek amacıyla mali disiplini sağlamaya yönelmiş ve merkez bankasına para politikası uygulamasında bağımsızlık veren yasal düzenlemeyi hayata geçirmiş olsun. Merkez bankası da enflasyon hedefine ulaşmak için para politikası araçlarını bağımsız olarak kullanmaya başlamış olsun. Bu durumda rasyonel beklentiler teorisine göre, beklentiler, enflasyonun düşmesi yolunda gelişecek demektir. Ekonomide yatırım, üretim, satın almalar, ücret pazarlıkları ya da fiyatlamalar için karar verme durumunda olanlar, enflasyonun düşeceği beklentisine göre davranacaklar ve bu davranışlar enflasyonun düşmesine yol açacaktır.

Türkiye, 2001 krizi sonrasında burada anlattıklarıma benzer gelişmeler yaşadı. Bir yandan Merkez Bankası’na para politikası uygulamasında bağımsızlık tanınırken bir yandan da bütçe disiplini sağlandı ve beklentilerin kökten değişmesi gerçekleştirildi. Sonuç olarak enflasyon düşmeye başladı ve faizler de peşi sıra inişe geçti.

İrrasyonel beklentiler teorisi[i]

Diyelim ki günün birinde çeşitli nedenlerle risklerde artış başlamış ve bunun kurlara yansımasının da etkisiyle enflasyon yeniden yükselişe geçmiş, bu durum devam ederken siyasal iktidar, kendi getirdiği yasal düzenlemeye karşın merkez bankasına baskı yaparak faizi yarı yarıya düşürmesini istemiş olsun. Piyasalar bu talebi irrasyonel bir davranış olarak kabul eder. Eğer merkez bankası siyasal baskıya boyun eğerek faizi yarı yarıya indirirse piyasa bunu irrasyonel davranışların rasyonel davranışların yerini alacağı biçiminde algılar. Bu durumda enflasyonun artacağı beklentisi yaygınlaşır ve karar alıcıların alacakları kararlar bu yönde değişirse enflasyon da yükselir.

Yukarıda anlatmaya çalıştığım olay mesela ABD’de olsa siyasal iktidar Fed’in faizi nasıl yönlendireceğine karışmaz. Fed’in yasasındaki ifade “hükümet içinde bağımsızlık” şeklinde bizdeki kadar açık olmayan bir ifade olduğu halde böyle bir karışım olmaz. Çünkü bu tür bir karışım toplumda ciddi tepki görür, toplum Fed’e sahip çıkar. Bu saptama Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkeler için de geçerlidir.[ii]

Aynı durumun Türkiye’de geçerli olmadığını biliyoruz. Yani hükümet, merkez bankasına baskı yoluyla karışarak beklentinin tam tersini yapmasına neden olabiliyor. Bunu geçmişte birçok kez yaşadık. Geçtiğimiz birkaç ay bunu bir kez daha hatırlattı bize. Bu tür irrasyonel yaklaşımlar arttıkça beklentiler de uygulamanın irrasyonel biçimde olacağı yönünde gelişiyor. Bu durumda rasyonel beklentilerin yerini irrasyonel beklentiler alıyor. Bir başka ifadeyle irrasyonel yaklaşımlar öyle yaygınlaşıyor ki piyasalar siyasal iktidardan gelecek kararın irrasyonel bir karar olduğunu tahmin edebiliyorlar. Bu durumda alınacak kararın tersi yönünde gerçekleşmeler olabiliyor. Örneğin merkez bankası faizi indirse bile bankalar bu kararın enflasyonu indirmek bir yana riskleri ve dolayısıyla enflasyonu arttıracağını tahmin ettikleri için faizlerini indirmiyorlar.

Normal koşullarda bu tür bir irrasyonel yaklaşım şok etkisi yaratır ve piyasalarda bozulmalara yol açar. Ne var ki bu yaklaşım yalnızca bu alanda değil birçok alanda tekrarlanan bir rutin halini almış yani irrasyonel yaklaşımlar beklenir duruma gelmişse şok etkisi fazla büyük olmuyor, piyasalarda bir dalgalanma olsa da bu etki uzun sürmüyor. Bir anlamda insanlar ve piyasalar sürekli irrasyonel yaklaşımlar olacağını bekledikleri için irrasyonelliği rasyonalize etmiş oluyorlar. Bunu irrasyonel beklentiler teorisi olarak adlandırıyorum.

Buradaki kritik nokta yabancı kaynakları yönlendirenlerin bu tür bir irrasyonelliği rasyonelleştirmiş olup olmamalarıdır. Eğer rasyonelleştirmemişlerse risk artışı beklenenden daha büyük olabilir.”

Gelelim bu hafta yaşananlara

Türkiye, bu haftaya önceki haftalardan farklı olmayan bir çerçevede başladı. Başbakanın görevden ayrılacağına ya da ayrılmasının isteneceğine ilişkin en küçük bir işaret yoktu. Buna karşılık haftanın ikinci yarısında durum tümüyle değişti ve iktidar partisinin kongreye gideceği, Başbakanın parti başkanlığı için aday olmayacağını açıklamasıyla piyasalar karıştı ve gündem tümüyle değişti. İktidar partisinin içinde olmayanlar böyle bir gelişmenin nereden nasıl ve niçin çıktığını bilmemeleri doğal karşılanabilir ancak iktidar partisinin içindekiler hatta en üstündekiler için bile bu gelişme sürpriz oldu.

Böyle bir siyasal gelişme hani ülkede yaşanırsa yaşansın riskler artar, piyasalar alt üst olur, kararlar ertelenir. Bu tür bir gelişmenin etkisi birçok ülkede çok derin ve kalıcı etkiler yaratır. Türkiye’de ne oldu? İlk anda piyasalarda ciddi bir dalgalanma çıktı.

2 Mayıs Pazartesi günü ile 5 Mayıs Perşembe gününe ilişkin piyasa verilerini aşağıdaki tabloda sunuyorum USD ve Euro kurlarındaki artışı TL’nin değer kaybı olarak değerlendirdiğimiz için eksi işaretle, faizi ve altını TL’ye karşı artış olarak kabul ettiğimiz için artı işaretle gösterdim.)

Gösterge 2 Mayıs Pazartesi 5 Mayıs Perşembe Değişim (%)
BIST 100 endeksi 85.169 78.699 -7,5
USD TL Kuru 2,81 2,93 -4,3
Gösterge Faiz 9,27 9,70 4,6
Euro TL Kuru 3,23 3,34 -3,4
Altın Gram TL 116,4 120,4 3,4

 

Haftanın sürpriz siyasal gelişmesinden en çok kaybeden borsa olmuş. Bu değişimler aslında bir ay içinde bile olsa bir piyasa için ciddi etkiler yaratan gelişmelerdir. Hele bu şekilde 3 günde ortaya çıkmışsa tam anlamıyla bir darbedir. Vadesi bu hafta gelmiş 1.000.000 USD tutarında bir şirket borcu düşünün. Vade hafta başında gelmiş ve ödenmişse (1.000.000 x 2.81 =) 2.810.000 TL olarak, vadesi Cuma günü gelmiş ve ödenmişse (1.000.000 x 2,93 =) 2.930.000 TL olarak ödenecek. Aradaki fark 120.000 TL. O borcu kullanarak bu kadar kazanç sağlanmış mıdır dersiniz?

Bir Başbakanın ortada herhangi bilinen bir mesele yokken görevini bırakması dünyanın her yerinde ciddi bir siyasal sarsıntı yaratır ve bu piyasaları etkiler. Üstelik bu eylemin sonunda iktidar partisi kongreye gidecek ve parti başkanı ve dolayısıyla başbakan değişecekse bu etki devam eder gider. Bizde tam öyle olmuyor. Sarsıntı bir süre gidiyor sonra normal yaşama dönülüyor. Bu nasıl oluyor? Yukarıda ortaya koymaya çalıştığım irrasyonel beklentiler teorisi bunun nasıl olduğunu açıklıyor diye düşünüyorum. Toplum, bu tür irrasyonel karar ve gelişmelere öylesine alışmış durumda ki bu tür karar ve uygulamaları rasyonel karar ve uygulamaların yerine koyuyor. Yani irrasyonelliği rasyonelleştiriyor. Öyle olunca da bu tür irrasyonel gelişmeler ilk anda bir şok etkisi yaratsa bile kısa bir süre sonra çalkantıların durulmasına hatta giderek kaybolmasına yol açıyor. Yani toplum, irrasyonel karar ve uygulamayı rasyonel gibi algılamaya yöneliyor.

Sanki iyi bir şeymiş, piyasaları kurtaran bir yaklaşımmış gibi görünse de irrasyonelliklerin rasyonelleştirilmesi aslında ne yazık ki toplumun vurdumduymaz bir yapı edinmesine yol açması bakımından son derecede kötü bir olgu. Sonuçta bu yaklaşımla toplum, kendi yaşamını bire bir ilgilendiren konulara, hukuk dışı, bilim dışı hatta akıl dışı uygulamalara hep bu aldırmazlık çerçevesinde ilgisiz kalabiliyor. Bu ilgisizlik toplumu ‘bize bir şey olmaz teorisine’ kadar getiriyor. Oralara gelince de yapısal reformları yapmadığımız halde bir mucize ile 2013’de ilk on ekonomi arasına girmeyi bekleyecek kadar bilim dışı bir konuma geçiveriyoruz. Sonra hayallerimiz yıkılınca kendimizi bir masanın etrafında “ne olacak bu ülkenin hali” toplantısında buluyoruz.

[i] İrrasyonel beklentiler teorisi bana aittir. Bu deyimi ve hangi anlamda kullandığımı ilk kez 1996 yılında “Türkiye İçin Bir Ekonomik İstikrar Programı Önerisi” adı altında yazdığım ve zamanın hükümetine sunduğum raporda konu etmiştim

[ii] Bu da bize gösterir ki merkez bankası bağımsızlığı yasaya yazılmakla değil, merkez bankasına toplumun sahip çıkmasıyla olur. Toplumun sahip çıkmadığı bir şey yasayla yaşatılamıyor (demokrasi, ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı da böyledir.)