Küresel Enerji Krizinin Ekonomik ve Ekolojik Yansımaları Üzerine…

Sanayi Devrimi’nden bu yana enerji tüketimi giderek arttı ve enerji aynı zamanda jeopolitiğin de ayrılmaz bir parçası haline geldi. Yakın tarihe bakacak olursak Avrupa Birliği’nin temellerinin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1949’da kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu ile atılmış olduğunu görürüz. Yine 1970’lerde yaşanan petrol krizi, yakın tarihte enerji üzerinden restleşmeleri ve bunların özellikle az gelişmiş ülkeler üzerindeki olumsuz ekonomik etkisini göstermesi açısından önemlidir. 1973’deki petrol krizi durgunluk ve enflasyonun bir arada görüldüğü stagflasyon olgusunu da beraberinde getirmişti.

Enerji krizi, dünyanın tamamında geniş bir yelpazede hissediliyor

Bugün yaşamakta olduğumuz kriz ise; Enerji Ajansı (UEA) İcra Direktörü Fatih Birol’a göre petrol krizinden farklı olarak “ilk kez gerçekten küresel bir enerji krizi” olarak nitelendiriliyor.

Neden mi? Çünkü bu defaki kriz gazdan petrole, petrolden kömüre hatta yenilenebilir enerji ya da elektrikli arabada yani yeşil dönüşümde kullanılan pek çok emtiaya kadar çok yaygın bir ürün gamını etkiliyor… Dolayısıyla dünyanın tamamında enerji arz edenlerle enerji talep edenler arasında geniş bir yelpazede hissediliyor…

Nedenlerine gelince;  enerji krizini Rusya – Ukrayna savaşından önce ve sonra olarak iki kısımda incelemek doğru olacaktır:

Pandemi sürecinde düşen ve dönüşen üretim, seyahat, tüketim gibi pek çok faktörün etkisi ile bozulan dengeler, hatırlarsak petrol başta olmak üzere enerji arz eden ülkeleri dibe vuran fiyatlar nedeni ile oldukça rahatsız etti. Bu nedenle Rusya’nın da dahil olduğu OPEC+ arz kısıntılarına başlayarak, azalan talebe karşı fiyat dengesi kurmaya başladı.

Ardından yavaş yavaş üretim ve tüketim ABD ve Avrupa’da normale dönmeye başladı ve bu defa yapılan bu arz kısıtları petrol fiyatlarında yukarı yönlü bir trendin oluşmasına neden oldu…

Savaş öncesinde de enerji krizinin ayak sesleri duyuluyordu

Bu esnada ABD’nin de baskısıyla birlikte Almanya, gaz alışverişini bir hayli kolaylaştıracak olan Kuzey Akım 2 boru hattına sertifika verme konusunda Rusya ile bir türlü anlaşamıyordu. Bu durum da Berlin-Moskova hattında gerilimi arttırmıştı. Aslında işin içinde Ukrayna meselesi vardı, boru hattının belli bir bölümü buradan geçiyordu. ABD’nin karşı çıkmasının altında yatanın ise Rusya’nın doğalgazına alternatif ve gemilerle taşınması planlanan LNG’nin (Sıvılaştırılmış Doğalgaz) olduğunu söylersek pek yanılmış olmayız…

Görüldüğü üzere savaş öncesinde aslında muhtemel bir enerji krizinin ayak sesleri hem arzı azaldığı halde tüketimi hızla artan petrol, hem de jeopolitik nedenlerle kavga konusu olan doğalgaz için duyulmaya başlamıştı bile…

Bertrand Russell’ın deyişi ile “Savaş; kimin haklı olduğuna değil, kimin güçsüz olduğuna karar verir.”

Ardından gelen Rusya-Ukrayna savaşı ve yine ABD’nin baskısı ile Avrupa’nın, uyguladığı ağır enerji yaptırımları küresel bir enerji krizini beraberinde getirdi.

ABD başkanının birkaç hafta öncesinden tüm dünya ile paylaştığı istihbaratla Rusya işgali gerçek olmuş ve bedelini de enerji fiyatlarındaki aşırı yükselmeler nedeni ile en çok enerji bağımlısı ülkelerin ödeyeceği bir döneme girilmişti…

The Economist: Almanya’yı uyandırdığı için Putin’e teşekkürler

The Economist’in bu haftaki sayısının kapağında The New Germany var… Öyle görünüyor ki; AB’nin sanayisi en çok gelişmiş, cari fazla veren ülkesi Almanya, Rusya’nın enerji yaptırımlarından gaz bağımlılığı nedeni ile aynı zamanda en çok canı yanacak ülkesi de olacak…

Bu haberin aslında Almanya’ya uyarı niteliğinde olduğu düşünülebilir. ”Almanya’yı uyandırdığı için Putin’e teşekkürler” cümlesi ile başlayan yazının özünde bugüne kadar gerçeklerden uzaklaşarak dünyanın kendi etrafında döndüğünü düşünen ve Rusya’nın hem en büyük düşmanı hem de en iyi dostu olan Almanya’nın bu krizden bir ders çıkartarak, kapsamlı bir değişime girmesinden söz ediliyor.

Ayrıca, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD tarafından tüm yetkileri elinden alınan eski Japon İmparatoru Hirohito’nun bir sözü alıntılanarak (Savaş, mutlaka Japonya’nın avantajına gelişmemiştir.) Ukrayna’daki savaşın Vladimir Putin’in lehine gelişmediği, savaşın Finlandiya ve İsveç’i NATO üyeliğine sevk ettiği,  Ukrayna milliyetçiliğinin derinleştiği ve Rusya’ya olan enerji bağımlılığından kurtulmak amacıyla farklı alternatif arayışlara başlandığı belirtiliyor ki; sanırım ne demek istendiği gayet açık…

Elektrik üretiminde Rusya’dan ithal doğalgaz payının yüksek olduğu ülkeler için zorlu zamanlar başladı! Nükleer ise artık yeniden stratejik plana eklendi, Çernobil ve Fukişima felaketlerinin ardından güvenilirliğini yitiren nükleer enerji aslında birim başına elektrik üretiminde en az ölüm oranına sahip.

Karbon emisyonu yüksek ürünlere yönelim başladı

Yukarıdaki tablo aynı zamanda ekolojik denge ve küresel iklim krizi açısından da dramatik bir görünüm oluşturuyor. Zira Rusya enerji yaptırımlarının hakim olduğu Batı’da, özellikle Almanya ve Hollanda gibi ülkelerde azalan gaz tüketimi ne yazık ki kömür gibi karbon emisyonu en yüksek olan ürünle ikame edilmeye çalışılacak. ABD’nin doğalgaz ve LNG üretimi nedeni ile bir problemi yok.

Avrupa üzerinden değerlendirdiğimizde ise, aşağıdaki grafiklerde de açık bir biçimde görüleceği üzere temiz enerji kullanarak, düşük karbon emisyonu yaratan ülkelerin önemli bölümünde kömür kullanımı ya yok ya da çok düşük iken aynı zamanda bu ülkelerin içinde bulundukları enerji krizini de en az zararla atlatacağı anlaşılmakta…

Almanya’nın önemi ve öngörülen katalizör değişim ihtiyacı da hali hazırda Avrupa ortalaması olan yüzde 15’in üzerindeki kömür tüketimi ve kısa vadede doğalgaz ihtiyacını kömürle ikame etme çabasından gayet açık biçimde görülmektedir.

Ülkemize gelindiğinde 2015 ve 2021 yılları arasında elektrik üretiminde rüzgar ve güneşten elde edilen yenilenebilir enerji payının üçe katlandığı ve 2021’de G20 ülkeleri arasında yüzde 13,6 payla RES ve GES üretiminde beşinci sırada olduğunu görüyoruz.

Ancak artan enerji talebi son on yılda yeterli bir yenilenebilir enerji üretimi ile ne yazık ki karşılanamadı. Elektrik üretiminin dörtte biri HES’lerden (hidroelektrik santral) karşılanmakla beraber halen yoğun bir gaz tüketimi ile dışa bağımlı olduğumuz bir gerçek.

Neyse ki Türkiye’den Rusya’ya herhangi bir enerji yaptırımı yok hatta kısmi olarak Ruble ve zamanla yerel para birimlerine dönüşecek bir ödeme sistemi öngörülüyor. Ancak bu durumun da dış basında Türkiye aleyhine pek çok haber yapılmasına vesile olduğunu atlamayalım…

Gaz sıkıntısı nedeni ile bazı ürünlerde merkez haline gelebiliriz

Türkiye açısından bu enerji krizi hiç kuşkusuz enerji bağımlısı tarafında olmamız nedeni ile olumsuz, ancak bir taraftan da gaz sıkıntısı nedeni ile özellikle Doğu Avrupa’da üretilen bir takım ürünlerin merkezi (hub)  olma avantajı sağlaması açısından olumlu kabul edilebilir. Böylece başta Almanya olmak üzere Avrupa’da görülecek muhtemel bir ekonomik durgunluktan ötürü Türkiye’nin ihracat talebindeki azalma kompanse edilmeye çalışılabilir.

Diğer yandan her ne kadar enerji bağımlısı bir ülke konumunda olmuş olsa da pek çok gaz ve petrol boru hattının geçiş noktasında olması nedeni ile enerji güvenliği ve jeopolitiği açısından ülkemizin  belli bir stratejik önemi de var. (https://www.botas.gov.tr/Sayfa/dogal-gaz-ve-petrol-boru-hatlari-haritasi/168#gallery )

TANAP ve TAP yeni yatırımlar ile önemini artırır

Özellikle Avrupa, gaz temini konusunda Rusya dışında alternatifler arıyor. Bu gerçeği düşündüğümüzde TANAP (Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi) ve uzantısı olan TAP (Trans-Adriyatik Boru Hattı) tahmin edilenden daha büyük bir öneme sahip.

TANAP projesinin bir sac ayağı konumda olduğu zaman zaman yazıldı dillendirildi. Çünkü gündemde olan Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya taşınması noktasında kilit bir rolü bulunuyor. Türkiye ise, Doğu Akdeniz gazının Avrupa’ya taşınması için yapılacak bir bağlantı da gelirini arttırma hatta katlayabilme imkanına sahip.

Hali hazırda TANAP üzerinden Türkiye’ye yaklaşık 6 milyar metreküp, TAP üzerinden Avrupa’ya ise 10,5 milyar metreküp gaz taşındığını biliyoruz. TANAP’ın yıllık gaz taşıma kapasitesi yaklaşık 16 milyar metreküp. İlave yatırımlar yapılması suretiyle bu kapasite 31 milyar metreküpe rahatlıkla çıkarılabilir. Türk Akım Projesi de dağıtım alanı bakımından önemli olmakla beraber Rusya’dan gazı alması nedeni ile TAP kadar cazip değil.

Mevcut görünüme bakacak olursak, önümüzdeki kış mevsiminin Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada çok zorlu geçeceği hatta bazı halk ayaklanmalarının çıkarak, hükümetlerin bir kısmının güvenoyu kaybedebileceğini düşündüğümü üzülerek ifade etmek isterim.

İklim krizine dikkat!

Dünya jeopolitiğinde önemli kırılmaların yaşandığı bu günlerin de elbet bir gün geçeceğini ve bazı dersler alarak yola devam edileceğini de söyleyebiliriz ama bir nokta var ki işte o kaybedildiğinde ne yazık ki geri dönüşü yok, tıpkı ölüm gibi… Sözünü ettiğim şu günlerde enerji ve ekonomi krizleri nedeniyle pek de üzerinde durulmayan bir konu: Küresel iklim krizi… Maalesef yaşanan enerji darboğazı yenilenebilir yatırımlardan çok kömür gibi bir fosil yakıtın yeniden ve artarak kullanımına neden oluyor.

Bu yaz Avrupa’da görülen aşırı sıcaklık ve kuraklık nedeni ile İngiltere’de elektrik kesintilerine gidildiği, Avrupa’da kira kontratlarının ve enerji faturalarının arttığı hatta nehirlerde soğutma yapılamadığı için Fransa’da nükleer santralin bile kapasite düşürdüğünü görmekteyiz. Keza Norveç’in de elektrik ihracatını hava koşulları nedeni ile azalttığı haberleri var.

Yani iklim krizi denilen konu öylesine dehşete düşürücü ki yarın geç olduğunda yenilenebilir enerjiye geçilse dahi susuz ve enerjisiz kalma riskini barındırıyor.

Özetle bu defaki küresel enerji krizi, ekonominin yanı sıra en büyük zararı eğer vaktinde önlem alınamaz ve yenilenebilir enerji yatırımları ile çevre dostu üretim – tüketime hız verilemez ise çevreye verecek ve ne yazık ki bunun telafisi mümkün olmayacaktır…

Grafikler:  https://ember-climate.org/countries-and-regions/regions/europe/https://ourworldindata.org/nuclear-energy

Burcu Kösem