Krizler Eskisi Kadar Etkilemiyor

Mahfi Eğilmez – 28.08.2016

Alışmak; yadırgamaz duruma gelmek, bir işi tekrarlayarak kolaylıkla yapabilmek, intibak etmek, sürekli ister olmak, bağlanmak, bağımlılık kazanmak, evcilleşmek, ehlîleşmek gibi anlamlar taşıyor. Ben burada yadırgamaz duruma gelmek anlamını kullanacağım.

Kriz (buhran, bunalım); bir mekanizmanın mevcut konumunu ve geleceğini etkileyen beklenmeyen bir anda ortaya çıkan ve genelde önlem alınmakta geç kalınan olumsuz bir durumu ifade ediyor. İşletme söz konusu olduğunda kriz, beklenmeyen ve önceden sezilmeyen, hızlı bir şekilde yanıtlanması ve yönetilmesi gereken, şirketin önleme ve uyum mekanizmalarını yetersiz hale getirerek, mevcut değerlerini, amaç ve varsayımlarını tehdit eden gerilim durumu olarak ortaya çıkıyor. Ülke veya genel ekonomi açısından baktığımızda krizi; güç dönem, bunalım, buhran olarak tanımlayabiliyoruz. Konu bölgesel veya küresel düzeye geldiğinde ise birden fazla sayıda ülkede ortaya çıkan bunalımların bütün bir bölgesel ya da küresel sistemi etkilemesi halinden söz ediyoruz demektir.

Krizleri kaynaklarına göre finansal krizler, ekonomik krizler, siyasal krizler, sosyal krizler, teknolojik krizler gibi bir ayrıma tabi tutabiliriz. Ekonomi açısından bakarsak işletme krizleri, sektör krizleri, ülke krizleri, bölgesel krizler veya küresel krizler olarak ayrılabilir. Eğer bir şirketin veya ülkenin kendi sorunlarından kaynaklanan bir krizden söz ediyorsak bunu iç kriz olarak tanımlayabiliriz. Buna karşılık işletmenin herhangi bir finansal sorunu yokken ülke ekonomisinde ya da finans sisteminde ortaya çıkan bir krizden etkilenmesi söz konusu olmuşsa bu işletme açısından bir dış krizdir. Bir ülkenin kriz yaratacak derecede önemli herhangi bir finansal ya da ekonomik bir sorunu yokken dış dünyada yaşanan bir krizden etkilenerek krize girmesi halinde ülke için dış krizin etkisi söz konusu olmuş demektir.

Dünya ekonomisi, küresel krizin başlangıcı olarak kabul edilen 2008 yılı ortalarından bu yana siyasal, sosyal, ekonomik ve finansal çalkantılar yaşıyor. Bu kadar çalkantıya karşın piyasalarda ve ekonomilerde kriz yaratacak bir ortam çıkmıyor. Bu ilginç gelişmeye yalnızca ekonomi gözlüğüyle bakmanın bizi yanlış yollara götüreceğini düşünüyorum. Konu daha çok psiko – sosyolojik bir gözlükle bakmayı gerektiriyor.

Bu gelişmenin iki nedeni olduğu kanısındayım: İlk olarak çalkantıların çok sayıda ve art arda gelmesinin yarattığı bir alışkanlık oluşuyor. Bu tıpkı deprem ve sonrasında gelen artçı sarsıntılar gibi. İlk deprem insanlarda büyük korku yaratıyor. Sonra gelen artçı sarsıntılarda hemen sokaklara fırlıyor insanlar. Artçı sarsıntılar devam ettikçe insanlar bu duruma alışmaya başlıyor. Peş peşe tekrarlanan olaylar giderek korkuyu geriye iterek onun yerini bir boşvermişlik tepkisinin almasına yol açıyor.

Bugün yaşadığımız olgu aşağı yukarı budur. Türkiye’nin son dönemde karşılaştığı olaylara finansal piyasalardaki tepkilerle birlikte baktığımızda, bu kadar olayın karşısında piyasaların ve ekonominin büyük bir direnç gösterdiğini görebiliyoruz. Büyüklüğü ne olursa olsun tekrarlanan olaylar insanlarda ve piyasalarda önce bir alışkanlık sonra boşvermişlik tepkisi yaratıyor. Ve bu ikisi bir araya geldiğinde krizlerin etkisini minimum düzeye indiriyor.