Kapitalizm

Mahfi Eğilmez – 18.04.2016

Çıkışı

Ekonomik sistem olarak değerlendirildiğinde kapitalizm, dört üretim faktöründen üçüne göre biçim alabilen bir ekonomik sistem. Dört üretim faktörü; emek, sermaye, doğal kaynaklar ve girişim gücü olarak sayılıyor (bunların üretimden aldıkları paylar da sırasıyla; ücret, faiz, rant ve kâr olarak belirleniyor.) Emeğin kapitalizmi olmuyor. Emek, ekonomik sistemin yönetim ve yönlendirilmesinde başrole geçiyorsa o zaman sistemin adı sosyalizm (ya da derecesine göre sosyal demokrasi, komünizm) oluyor. Buna karşılık eğer toprak sahiplerinin üretim araçlarının mülkiyetine sahip olduğu tarım ağırlıklı bir sistem söz konusuysa tarım kapitalizmi, ticaret burjuvazisinin üretim araçlarının mülkiyetine sahip olduğu ticaret ağırlıklı bir sistem söz konusuysa ticaret kapitalizmi söz konusu oluyor.

Tarım kapitalizmi ortaçağda yaşanmış olan feodalizmin, ticaret kapitalizmi ise yeniçağda yaşanmış olan merkantilizmin sistemi. 19. yüzyılda başlayan sanayi devrimiyle birlikte kapitalizm bu kez sanayi kapitalizmine dönüştü. 20. yüzyılda da finans kapitalizmi ortaya çıktı. Bugün kapitalizm dediğimiz sistem büyük ölçüde sanayi ve finans kapitalizminin ortak görünümünü yansıtıyor. Bugünkü sanayi – finans kapitalizmi ağırlıklı sistemde feodal yapısını büyük ölçüde kaybetmiş olsa da tarım kapitalizmi ve merkantilist yapısı değişmiş olsa da ticaret kapitalizmi hala geçerliliğini koruyor. Ne var ki sanayi ve finans kapitalizminin yanında ağırlıkları o kadar fazla hissedilmiyor. O nedenle bugün kapitalizm dendiğinde büyük ölçüde sanayi ve finans kapitalizminin birlikte oluşturdukları yapı anlaşılıyor.

Tanımı ve özellikleri

Bugünkü çerçevede ele alırsak bir ekonomik sistem olarak kapitalizmin; üretim araçlarının sahipliğinin ve denetiminin özel kesim elinde olduğu bir sistem olarak tanımlandığını görürüz. Özel kesim, bu araçları, konulmuş kurallar içinde, kendi çıkarları için yönlendirir ve kullanır. Bu yönlendirme piyasa ekonomisi çerçevesinde arz ve talep kurallarına göre olur. Kapitalizmin temel itici gücü en yüksek çıkarın elde edilmeye çalışılmasıdır. Bu çerçevede üretici en düşük maliyetlerle en yüksek kârı, tüketici en düşük harcamayla en yüksek tatmini elde etmeyi amaçlar. Sonuçta üreticinin, tüketicinin, tasarruf sahibinin, yatırım yapanın, devletin çıkarları birbirini dengeler ve toplum için ideal bir denge ortaya çıkar. Bir başka ifadeyle herkesin kendi öz çıkarını en üst noktaya taşımaya çalışması, ekonomik refahın da en üst noktaya çıkmasını sağlayan bir dengeye ulaşmamızı sağlar.

Klasik iktisatçılar (Adam Smith’den Alfred Marshall’a kadar uzanan kuşak) kapitalist sistemde, sistemin özünü bozacak, çıkar – yarar dengesini zedeleyecek müdahaleler ve düzenlemeler yapılmadığı takdirde, sistemin her zaman dengede olacağını öne sürerler. Arada bir ortaya çıkacak dengesizliklerin geçici olacağını ve müdahale edilmediği sürece sistemin dengeyi yeniden kendiliğinden sağlayacağını iddia ederler.

Gerçekler

Bu iddialara karşın sanayi – finans kapitalizmi irili ufaklı birçok kriz yaşadı. Bunlardan ikisi çok büyük çaplı ve uzun süreli oldu. İlki 1873 yılında başlayıp yaklaşık çeyrek yüzyıl süren Uzun Depresyon, ikincisi de 1929 yılında başlayıp 10 yıla yakın süre devam eden Büyük Depresyon’dur.

Keynes, kapitalizmin, kendi kendini dengeye getirecek güçlere sahip olduğu iddiasının boş olduğunu, ekonominin kendi haline bırakıldığı takdirde işsizliğin artmaya devam edeceğini ve durgunluk ya da küçülmenin büyümeye döndürülemeyeceğini öne sürdü. Gerçekten de kapitalizm, kişilerin ve kurumların kendi çıkarlarını maksimize etme peşinde koşarken bir yandan da toplumun genel refahını maksimize etmelerini otomatik olarak sağlamıyor, bazen tam tersine krizlere yol açabiliyordu. Gelişmiş dünyada Keynes’in yaklaşımı uygulandıktan sonra kapitalizm krizden çıkabildi.

Kapitalizm, benzer krizleri yaşamaya devam ediyor. Büyük Depresyondan sonra da irili ufaklı birçok krizle karşılaşan kapitalizmin o tarihten bu yana yaşadığı en büyük kriz halen içinden geçmekte olduğumuz Küresel Krizdir.

Hangi kapitalizm?

Kapitalizm, her ne kadar yukarıda ortak bir çerçeve içinde tanımlanmış bir sistem olarak görünse de aslında bu sistemi uygulayan ülkelere baktığımızda sistem böyle ortak bir çerçeveye sığmıyor.

Kimi ülkelerde kurallar iyi çerçevelenmiş olduğu için sistem, ortak refahın sağlanmasına yönelik olarak daha etkin çalışabiliyor. Gelişmiş batı ülkeleri, Japonya bunlara örnek olarak verilebilir. Ne var ki bu ekonomilerde kurallar, yaratıcılığa daha fazla yer açmak için gevşetildiğinde kriz çıkabiliyor. Bunu küresel kriz döneminde fazlasıyla gözlemledik. 1980’lerde başlayıp 2000’lerin ilk on yılına kadar uzanan dönemde moda olan deregülasyon, denetimlerin gevşetilmesi, piyasaların kendi haline bırakılması yaklaşımları sonunda kriz çıktı. Uzun Depresyon ve Büyük Depresyon, sistemin kendiliğinden dengeye geleceği iddiasının ve dolayısıyla görünmeyen elin düzelmesine bırakılmasının kriz yaratabileceğini göstermişti. Küresel kriz, kuralların fazla gevşetilmesinin, denetimlerin asgari düzeye düşürülmesinin de kriz yaratabileceğini kanıtladı.

Kimi ülkelerde üretim araçlarının mülkiyeti ağırlıklı olarak kamu kesiminde bulunuyor. Özel kesim şirketleri ancak kamu kesiminin izin verdiği alanlarda kamu kesiminin kurduğu şirketlerle birlikte üretim yapıyorlar. Çin ve Kore, kapitalizmin bu tür uygulanmasının örnekleri arasındadır. Bu örgütlenme biçimi tam olarak kapitalist bir üretim biçimi tanımına uymuyor.

Bütün bu farklılıklara karşın bugünkü küresel sistem kapitalizmin her yerde egemen olduğu bir dünya sistemini tanımlıyor.

Kapitalizmin bugünkü yüzü

Yukarıda da değindiğim gibi bugün sanayi ve finans ağırlıklı kapitalizmin tek bir tanımını yapmak doğru olmayabilir. Tanımlamayı üretim araçlarının mülkiyetinden ya da çıkar – yarar ilişkisinden giderek yapmak yerine uygulamaya bakarak yapmak belki daha doğru olacak.

Batının gelişmiş ekonomilerinden bazılarına baktığımızda ‘büyük sermaye kapitalizmi’ geçerli görünüyor. Bu ülkelerde birçok piyasada artık kapitalizmin romantik çağlarında olduğu gibi serbest piyasa sistemi ve serbest rekabet değil oligopolistik piyasa sistemi ve sınırlı rekabet söz konusu.

Rusya’ya baktığımızda bambaşka bir kapitalizm görüyoruz. Eskinin sosyalist ekonomisi, 1980’lerde içinde girdiği küreselleşmeye geçiş aşaması sonrasında, kuralların kişilere göre oluşturulduğu, az sayıda ayrıcalıklı bir grubun, kamu kaynaklarının da desteğini de alarak nemalandığı bir kapitalist sisteme dönüştü. Bu sisteme kapitalizm demektense belki ‘oligarşik kapitalizm’ demek daha doğru olur.

Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda da durum farklı görünüyor. Bu ülkelerde kurallar iyi belirlenmediği, demokrasi tam olarak oturmadığı için piyasalara iyi niyetli olmayan müdahaleler yapılabiliyor. Yolsuzluklara açık düzenleme ve uygulamaların varlığı bu ülkelerde sürekli siyasal veya ekonomik kriz yaşanmasına neden oluyor. Bu durumdaki ülkelerin uyguladığı sistemi kapitalizm olarak değil ‘ahbap çavuş kapitalizmi’ olarak adlandırmak gerekir.

Tuhaf bir durum belki ama bugün kapitalizmi en doğru uygulayan ülkeler aslında sosyalizm ile kapitalizmin karma bir uygulaması içinde bulunan Kuzey Avrupa ülkeleri (İsveç, Norveç, Finlandiya, Danimarka.)

Kapitalizm nereye gider?

Yaklaşık 90 yıl önce kapitalizmin kendi haline bırakılması durumunda kriz yaratacağını söyleyen Keynes haklıydı. Kapitalizm, Adam Smith’in görünmeyen eline bırakıldığı ya da çıkar – yarar ilişkisinin her şeyi en iyi biçimde düzenleyeceğine güvenip de kurallar ve denetimler gevşetildiği zaman kriz yaratıyor. Bunu hala içinde çabaladığımız küresel kriz bize açıkça bir kez daha gösterdi.

Bu gerçeklere karşılık kapitalizm büyümeye koşullanmış bir sistem. Büyüme durduğunda sistem çökme noktasına geliyor. Kapitalizmin giderek kuralları gevşetmesinin, denetimi hafifletmesinin, bazı yolsuzlukları görmezden gelmesinin ardında bu korku yatıyor. Varsın kurallar gevşesin, varsın denetim olmasın, varsın biraz yolsuzluk da olsun yeter ki büyüme devam etsin. Ne var ki bu da artık eskisi kadar kolay değil. Çünkü ekonomik büyüme artık sınırlara gelip dayandı. Büyümenin buradan öteye zorlanması dünyayı birçok olumsuzluğun içine itecek gibi görünüyor. Geldiğimiz nokta ya büyüme ya da dünya gibi bir seçime götürüyor bizi.

Bir Kızılderili sözüyle bitireyim: “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”