Fiyat, Faiz, Kur Derken Asıl Meseleyi Kaçırıyoruz

Mahfi Eğilmez – 08.07.2014

Ekonomi her zaman doğru ya da eğri, sağlam ya da zayıf denge halindedir. Bütün mesele bu dengenin istenen denge olup olmadığı meselesidir. Bir ekonominin düzgün denge şartlarının başında fiyatların doğru belirlenmesi gelir. Fiyatlara müdahalelerin olduğu ekonomilerde yokluklar, kuyruklar ve karaborsa oluşur. Eğer bir malın fiyatı o malın değerinin altında ise o mala talep yüksek olacağı için piyasada bulunmaz olur. Bu durumda üreticiler/satıcılar o malı piyasadan çekip tezgah altından karaborsa fiyatıyla satmaya başlarlar. Aslında o anda karaborsa fiyatı gibi görünen fiyat çoğu kez o malın (olması gereken) gerçek fiyatıdır. Fiyatların doğru belirlenmediği bir ekonomide doğru denge kurulamaz.

Ekonominin düzgün denge şartlarından ikincisi faizlerin doğru belirlenmesidir. Borç verilip alınan parayı bir mal olarak kabul edersek bunun fiyatı da faizdir. Faizin enflasyon kadar olması demek domates üreticisinin pazara getirdiği domatesi maliyetine satması sıfır kazanç elde etmesi demektir. O nedenle faiz, normal koşullarda enflasyondan yukarıda oluşur. Bir ekonomide faizlerin doğru belirlenmesi tasarrufları, tüketimi, üretimi, yatırımları, yabancı sermaye girişini ve sonuçta kaynak tahsisini etkiler. O nedenle doğru belirlenmesi çok önemlidir. Eğer hiçbir müdahale olmasa faizler piyasada arz ve talep koşullarına göre doğru noktada dengelenir. Ne var ki merkez bankaları, para politikası uygulamasıyla faizler üzerinde etkili olurlar ve faizleri yönlendirirler. Bu yönlendirme bazen doğru bazen yanlış sonuçlar verir.

Üçüncü koşul kurların doğru belirlenmesidir. Dövizi de mal gibi kabul edersek, normal koşullarda dövizin fiyatı olan kur da piyasada arz ve talep koşulları çerçevesinde belirlenir. Ne var ki tıpkı faizde olduğu gibi kurda da merkez bankalarının doğrudan ya da dolaylı müdahaleleri söz konusu olur ve kurun belirlenmesi piyasa dışındaki etkiler altında kalır. Merkez Bankaları döviz alım satımları yaparak piyasada dövizin kıtlaşmasına veya bollaşmasına yol açar ve geçici olarak da olsa kurların düşmesine ya da artmasına yol açabilir.

Eğer hiçbir ülkenin merkez bankasının ya da maliye politikası uygulayan otoritesinin müdahale etmediği bir küresel sistemimiz olsaydı bütün dengeler yerli yerine oturur, piyasa koşulları her ülkeyi kendi gücüne ve yönetimine göre bir dengeye getirirdi. Ne çare ki durum böyle değil. Herkes, sistemden daha fazla pay almak için fiyatlara, kurlara, faizlere müdahale ediyor.

En yüksek çıkarı elde etmek, pastadan en büyük payı kapmak için yarışılan bir küresel sistemin içinde olan herkes aynı akıntıya kapılıyor. Bazen üretimi, yatırımı, tasarrufu tümüyle bir kenara bırakıp sadece fiyat (enflasyon), faiz ve kur konuşur, tartışır hale geliyoruz. Bu durumda üretim, teknoloji, bilim gözden kaybolup gidiyor. Oysa işin özü orada yatıyor. Biz işin üst yapısını konuşuyoruz. Alt yapısı olmayan bir sistemin üst yapısı olmaz.

Üst yapı doğru kurulamazsa ekonomi sendeler, bocalar hatta yıkılabilir. Bir ekonomide üst yapıyı doğru oluşturmak için fiyat, faiz ve kur ilişkisini doğru oturtmak gerekiyor. Bu ilişkileri doğru kurarak yapılan yeni bir ekonomik organizasyon her zaman ekonomiyi bir miktar toparlar ve ileri götürür. Bu dediğime yakın geçmişten bir örnek verebilirim. Özal iktidara geldiğinde ekonominin yatırım ihtiyaçları içinde olduğunu gördü, kamu yönetimini borçlanmada yeni bir düzene geçirerek (her hafta ihale yoluyla borçlanma) verginin boşluğu borçlanmayla doldurdu ve kamu harcamaları yoluyla ekonomiyi yeni ve daha yüksek bir dengeye taşıdı. Ne var ki borçlanmayla büyüme modelini sonsuza kadar yürütmek mümkün olmayacağı için bir süre sonra sistem büyük bütçe açıkları vererek teklemeye başladı. Yapısal reformların pek çoğu yapılamadığı için altyapı ile üstyapı uyumsuzluğu sorunu ekonomiyi aşağıya çekmeye yöneldi ve 1994 krizinin altyapısını hazırladı.

Üst yapıyı doğru oluşturan bir organizasyon yapmak bir ekonomiyi sürekli ileri götürmeye yetmez. Ekonomiyi sürekli ileri götürebilmek için alt yapıyı da doğru oluşturmak gerekir. Yarışa bizden çok geride başlayan Güney Kore, Singapur, Tayvan teknoloji merkezi olurken biz bu aşamaya hiç gelemedik. Çünkü onlar yapısal reformları doğru anlayıp uyguladılar biz çoğu kez anlamazdan geldik. Bu ekonomiler başta ABD olmak üzere gelişmiş batı ülkelerine her yıl yüzlerce öğrenci yolladılar. Bu öğrenciler aldıkları eğitimi kendi ülkelerine taşıdı. Kimi hoca olarak ülkedeki gençlere bu bilgileri aktarırken kimisi de laboratuarlara, araştırma üslerine girip uygulamaya geçti. Ülkede eğitim kalitesini, araştırma – geliştirme yeteneğini yükselttiler. Batıdaki gibi analitik ve sorgulayıcı eğitime geçtiler. Ve sonunda onları geçmeyi başardılar. Yıllardır PISA testlerinde bu ülkelerin öğrencileri ilk sıraları paylaşırken bizim çocuklar son sıralarda yer alıyor. Çünkü verdiğimiz eğitim asla sorgulayıcı, analitik düşünmeyi geliştirici bir eğitim değil. Çünkü toplumun önemli bir çoğunluğu soru soran, analiz yapan, tehlikeli olabilecek düşünceler geliştiren öğrenci sevmiyor. Onlar büyüklerinin sözünü dinleyen, fazla soru sormayan, birçok konuyu baştan kabul etmiş, başkaldırmayan öğrenciler görmek istiyor. Böyle bir ortamdaki öğrencinin çoğunun derdi ise araştırmak, bulmak, geliştirmek, yapmak değil üniversiteye girip mezun olmak ve büyüklerinin gözüne girip ücretli çalışılacak bir iş bulabilmek. Rol modelleri arasında bilim adamları, filozoflar, devlet adamları bulunmayan bir öğrenci kitlesi açısından bundan daha doğal ne olabilir ki? Böyle bir eğitim ortamında buluş yapmak, beste yapmak, teknolojiye katkı yapmak istisna haline geliyor. Ve ne yazık ki istisnalar kuralı bozamıyor.

İstediğimiz kadar faizi indirelim, kuru çıkaralım ya da fiyatları istikrarlı tutmaya çalışalım başta eğitim sorunu olmak üzere yapısal sorunları çözmedikçe düzgün dengelere ulaşmamız da ekonomiyi orta gelir tuzağından çıkarıp daha ileri götürmemiz de mümkün olmaz. Buluş yapmayan, teknolojiye katkı yapmayan, marka yaratamayan, katma değer üretemeyen bir toplum eğitim sistemini her geçen gün biraz daha bilim dışına taşıyarak orta gelir tuzağından çıkabilir mi? 2023’de nasıl bir mucize olacak da biz dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına gireceğiz?

Mucizeler masallarda olur. Bilimde mucizeye yer yoktur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir