Mahfi Eğilmez – 14.08.2013
2000’lere kadar Türkiye’nin ekonomi politikası kamu kesiminin harcama ve yatırımlarının önderliğinde bütçe açığı ve onun borçlanmayla finansmanına dayanıyordu. Kamu kesimi yüksek borçlanma ihtiyacını iç ve dış piyasadan karşılarken özel kesime borçlanacak imkan bırakmıyordu. GSYH’nın yüzde 10’u dolayında yüksek bütçe açığı veren Türkiye’nin cari açığı GSYH’nın yüzde 2’si dolayında seyrediyordu.
2002’den sonra ekonomi politikamız değişti. Ekonomiye önderlik etmek kamu kesiminden özel kesime kaydırıldı. Bunun sonucunda kamu kesimi açıkları daraldı, kamu borçları düşmeye, buna karşılık özel kesim borçlanması artmaya ve cari açık büyümeye başladı. Bütçe açığının GSYH’ya oranı yüzde 2’lere düşerken cari açığın GSYH’ya oranı % 6’nın üzerine çıktı (2011’de % 9,7 ile rekor kırdı.)
Aşağıdaki tablo ekonomi politikasındaki değişimin getirdiği yeni finansal dengeleri eskileriyle karşılaştırmalı olarak gösteriyor. Tabloda verileri hem miktar olarak hem de GSYH içindeki payları olarak ele aldım. Miktar karşılaştırmaları önemli olsa da tek başına durumu açıklamaktan uzaktır. Bir ekonomide örneğin borç stoku yüzde 40 artmış demek tam olarak bir şey ifade etmez. Çünkü o ekonomide GSYH eğer yüzde 70 artmışsa bu borç stokunun oran olarak azaldığı ya da gelir artışından daha yavaş arttığı anlamına gelir ve olumlu olarak algılanması gereken bir değişimdir.
Tabloyu miktar değişimleri açısından ele alırsak her şeyin olumsuz gittiği kanısına kapılabiliriz. Oysa tabloya oransal karşılaştırmalar açısından bakarsak başta iç ve dış borçlanmalar ve bütçe açığı olmak üzere bazı göstergelerin iyiye gittiğini, uluslararası yatırım pozisyonu, reel kesim döviz pozisyonu (açık pozisyon) ve cari denge gibi bazı göstergelerin ise kötüye gittiğini görürüz. Doğru yöntem tabloyu oransal karşılaştırmalar açısından değerlendirmektir.
Bu tablo bize, yukarıda sözünü ettiğim, ekonomi politikası değişimini çok net bir biçimde gösteriyor. 2000’ler öncesinde iç ekonomik dengesini bozmak pahasına büyümeyi hedef alan Türkiye gitmiş, yerine dış ekonomik dengeyi bozmak pahasına büyümeye çalışan Türkiye gelmiştir. 2000’ler öncesinde kamu kesiminin iç ve dış borçlanmasına dönük olarak ekonomiyi finanse etmeye çalışan Türkiye gitmiş, yerine özel kesimin borçlanması ve pozisyon açmasına dayanarak büyümeyi tercih eden bir Türkiye gelmiştir.
Sonuçta ağırlık olarak kamu kesimine, bütçe açıklarına, kamu borçlanmasına dayalı ekonomi politikasının yerine özel kesime, cari açığa ve özel kesim borçlanmasına dayalı bir ekonomi politikasının konulmasıyla iç denge bozukluklarıyla finanse edilen sistem dış denge bozukluklarıyla finanse edilir hale dönüşmüştür. Bu süreç içinde kamu kesimi dengesini yapısal reformlarla düzeltmek yerine özelleştirme benzeri geçici gelir kalemleri kullanılmış ve Türkiye, borçlanan kesimi değiştirerek aynı modelin farklı versiyonuyla yoluna devam etmiştir.
Özetle söylemek gerekirse 2002 yılından sonra ekonomi politikamız ve buna bağlı olarak finansal dengelerimiz değişmiştir. Değişmeden kalan tek şey yapısal reformları yapmaya karşı olan direncimizdir.