Altın Kredisi Borcunun Ve Altın Mevduatının Değerlemesi

I-GİRİŞ:

Ticari hayatta işletmelerin sadece nakit şeklinde borçlanmadığı bilinen bir gerçektir. İşletmeler para şeklinde borçlanabileceği gibi, mal ve altın şeklinde de borçlanabilmektedirler. Özellikle kuyumculuk faaliyetiyle ilgilenen işletmelerle, altını çeşitli katkı maddeleri ile işleyerek yeni ve değerli ürün haline getiren işletmeler genelde ihtiyaçları olan altınları, bu konuda yetkilendirilmiş banka ve benzeri finans kurumlarından temin etmektedir. Türkiye’de altın talebinin önemli bir bölümü hızlı bir gelişme düzeyi gösteren kuyumculuk sektöründen gelmektedir. Ülkemizde altın üretiminin istenen düzeyde gelişmemesi sebebiyle, altın talebi genelde yurtdışından ithal edilmek suretiyle karşılanmaktadır. İthalat, bankalar aracılığıyla yurtiçi talep miktarına göre yapılmakta olup, ithal edilen altınların İstanbul Altın Borsası (İAB)’nda satışı yoluyla tescil edilmektedir. Borsa’da tescil edilen altının bir kısmı yetkili müesseselere ve diğer bankalara ulaşmaktadır. Yetkili müessese ve bankalar ise, satın aldıkları altınları altın kredisi olarak genelde altını işleyerek değerli mamul haline getiren altın üreticilerine kredi olarak vermekte, diğer bir kısmını ise cumhuriyet altını, külçe altın vs olarak satmaktadırlar. Faaliyet alanının genişlemesiyle birlikte altın kredileri, son yıllarda kuyumculuk sektöründe yeni bir finansman alternatifi olarak ortaya çıkmıştır. Mücevherat üreticileri kendi üretimlerini finanse etmek amacıyla ABD Doları veya TL kredisi almak yerine altın bazında borçlanmayı, diğer bir deyişle altın kredisi almayı tercih etmektedirler. Bunun nedeni ise kendilerini, ABD Doları veya TL fiyat riskine karşı korumak istemeleridir. Bir diğer ifadeyle altın kredisi kullanan işletmeler, altın kredisi yoluyla fiyatlarda meydana gelebilecek olası riskleri “hedge” yoluyla ortadan kaldırmaya çalışmaktadırlar.

İşletmeler ise banka ve finans kurumlarıyla yapılan anlaşmaya göre, altın kredilerini vadesinde altın şeklinde ödeyebileceği gibi, o günkü değeri karşılığında TL veya döviz olarak ta ödeyebilmektedirler. İşletmeler, altın şeklindeki kredilerini geçici vergilendirme dönemi sonlarında veya hesap dönemi sonlarında borç olarak değerlemeye tabi tutmaktadırlar. Fakat yapılan vergi incelemeleri esnasında işletmelerin altın kredisi borçlarını daha çok dövizli borç gibi değerlendirdiği ve değerleme gününde bu esasa göre değerleme yaptıkları anlaşılmaktadır. Bu çalışmamız kapsamında altın kredilerinin hukuki mahiyeti açıklanacak ve Vergi Usul Kanunu (VUK)’na göre değerlemelerine ilişkin açıklamalarda bulunulacaktır.

II-ALTIN KREDİSİNE İLİŞKİN YASAL AÇIKLAMALAR:

i) Altın Piyasası ve Altın Kredisine İlişkin Yasal Düzenlemeler:

Türkiye, 20 Ocak 1980 tarihinde alınan liberal eksenli ekonomi kurallarına uyum sağlamakta biraz geç kalmış olsa da, 1993 yılında Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Karar‘da yapılan değişiklikle altının fiyatının belirlenmesi ile ithalatı ve ihracatı serbestleştirilmiştir. Altının liberalleştirilmesi yönünde alınan kararlarla, ithal ve ihraç aşamasında çeşitli kolaylıklar getirilmiştir. Ekonominin gelişmesiyle birlikte altın piyasası da gelişme kaydetmiş ve piyasaya özgü yeni kararlar alınmasını gerekli kılmıştır. Altın piyasasında alınan kararlar ise özünde derin ve istikrarlı bir piyasanın kurulması yönündeki ihtiyaçlardan kaynaklanmıştır. Bu doğrultuda Türkiye’de altın piyasasının gelişmesi ve bu konuda duyulan ihtiyaçlar doğrultusunda yasal bir borsanın oluşması için gerekli çalışmalar başlatılmıştır.

Yeniden yapılanma sürecinde en önemli gelişme İstanbul Altın Borsası‘nın kurulmasıyla altının örgütlü bir piyasada işlem görmesidir. İstanbul Altın Borsası, altının finansal sisteme kazandırılmasında, altına dayalı yatırım araçlarının geliştirilmesinde ve uluslararası boyut kazanmasında önemli bir aşama olmuştur. İstanbul Altın Borsası ile birlikte altın fiyatları dünya fiyatlarına paralellik kazanmış, ithal edilen altınların genel kabul gören saflık ve standartta olması zorunluluğu getirilmiş ve altının kayıt altına alınmasıyla sistemin şeffaf bir yapı kazanması sağlanmıştır.

İstanbul Altın Borsası’nın kurulması yönünde ilk yasal karar 1993 yılında alınmıştır. 3794 sayılı Kanun ile değişik mülga 2499 sayılı SPK Kanunu’nun 40/A maddesi hükmüne dayanarak SPK tarafından ” Kıymetli Madenler Borsalarının Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkında Genel Yönetmelik ” yayımlanmıştır.

Genel Yönetmeliğe dayanarak Hazine Müsteşarlığı tarafından hazırlanan       “Kıymetli Maden Borsaları Üyelik Yetkisi ve Kıymetli Maden Borsası Aracı Kurumlarının Kuruluş ve Faaliyet Şartlarına İlişkin Yönetmelik ” 16 Ekim 1993 tarih ve 21730 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

Kıymetli Madenler Borsalarının Kuruluş ve Çalışma Esasları Hakkındaki Yönetmelik hükümlerine dayanılarak 1994 yılında çıkarılan “İAB Yönetmeliği” ile de Borsa’nın çalışma kural ve esasları belirlenmiştir.

Kıymetli Madenler Borsası’nda işlem görecek altın standartları ve rafineriyle ilgili Tebliğ ise T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı tarafından hazırlanarak 7 Ekim 1994 tarih ve 22242 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır[1]. 

Organize bir altın piyasasının kurulması ve geliştirilmesine ilişkin yasal düzenlemeler yukarıda gibi olmakla beraber, ekonomik hayatın gelişmesine ilişkin olarak işletmelerin kredi ihtiyaçları da zamanla genişlemiştir. Sözkonusu kredi türlerinden bir tanesi de altın kredisidir. Altın kredisi kullanımına ilişkin uygulamaları düzenlemek amacıyla 11.8.1989 tarih ve 20249 sayılı Resmi Gazete’de Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Karar yayımlanmıştır. Bahsi geçen Karar’ın 1’inci maddesinde Karar’ın amacı aşağıda yer aldığı gibi açıklanmıştır:

Türk parasının kıymetini korumak amacıyla, Türk parasının yabancı paralar karşısındaki değerinin belirlenmesine, döviz ve dövizi temsil eden belgelere (menkul değerler ve diğer sermaye piyasası araçları dahil) ilişkin tüm işlemler ile dövizlerin tasarruf ve idaresine, Türk parası ve Türk parasını temsil eden belgelerin (menkul değerler ve diğer sermaye piyasası araçları dahil) ithal ve ihracına, kıymetli maden, taş ve eşyalara ilişkin işlemlere, ihracata, ithalata, özelliği olan ihracat ve ithalata, görünmeyen işlemlere, sermaye hareketlerine ilişkin kambiyo işlemlerine ait düzenleyici, sınırlayıcı esaslar bu Karar ile tayin ve tespit edilmiştir. 

32 sayılı Karar’ın amaçları Karar’ın 1’inci maddesinde bu şekilde açıklanırken, mezkur Karar’ın 2’ci maddesinin “j” bendinde ise, altın kıymetli madenler grubu arasında gösterilmiştir.

32 sayılı Karara istinaden, 27.01.1995 tarih ve 22184 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 95-32-13 sayılı Tebliğ ile Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Karara göre bankalarca altın depo hesabı açılmasına, altın kredisi kullandırılmasına ve Kıymetli Madenler Borsası üyelerince yurt dışından kıymetli madenler kredisi sağlanmasına ilişkin esas ve usuller düzenlenmiştir.

Bahsi geçen Tebliğ’in 6’ıncı maddesine göre; bankalar altın depo hesapları karşılığı altınlar ile satın aldıkları altınların teslimi  suretiyle, kuyumculukla iştigal eden gerçek ve tüzel kişilere bankacılık mevzuatı dahilinde altın kredisi kullandırabilirler. Yurtdışına açılacak altın kredilerinde ise kuyumcu olma şartı aranmaz. Adı geçen Tebliğ’in 7’inci maddesine göre ise; altın kredisi hesaplarına bankalarca tespit edilecek oranlar üzerinden tahakkuk ettirilecek faizler altın olarak hesaplarda izlenecektir. Altın kredisi hesaplarının müşteriler tarafından altın teslimi suretiyle kapatılması esastır. Ancak banka ile müşteri arasında varılacak anlaşmaya göre Türk Lirası veya döviz olarak geri ödenebilmektedir.

Daha sonra ise 16.05.2000 tarih ve 24051 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak “Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara İlişkin 2000-32/25 Sayılı Tebliğ” yürürlüğe girmiştir. Tebliğ’in 1’inci maddesine göre bu Tebliğ’in amacının Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 sayılı Karara göre bankalarca altın depo hesabı açılmasına, altın kredisi kullandırılmasına ve Kıymetli Madenler Borsası üyelerince yurt dışından kıymetli madenler kredisi sağlanmasına ilişkin esas ve usulleri düzenlemek olduğu belirtilmiştir. 2’inci maddeye göre ise bankalar, Türkiye’de ve yurt dışında yerleşik ve gerçek ve tüzel kişiler adına altın depo hesapları açabileceklerdir.

Altın depo hesapları ise, en az 995/1000 saflıkta bar ve külçe halindeki işlenmemiş altın ile 995/1000’den daha düşük saflıkta, gerek bir işçilik uygulanarak ziynet veya süs eşyası haline dönüştürülmüş, gerekse içine ilave madde katılarak veya katılmaksızın alım satımı yapılan işlenmiş altın ile basılı altınların teslimi karşılığında vadeli veya vadesiz olarak açılmaktadır. Teslim edilen altının 1000 ayar karşılığında tekabül eden has altın miktarı esas alınarak işlem yapılır ve mudillere bu miktar ile faiz oranını ve diğer şartları gösteren hesap cüzdanı verilir.

Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara İlişkin 2000-32/25 Sayılı Tebliğ’in 4’üncü maddesine göre, altın depo hesaplarını bankalarca tespit edilecek oranlar üzerinden tahakkuk ettirilecek faizler hesaplarda altın olarak izlenir. Faiz ödemeleri altın veya altının ödeme günündeki karşılığı Türk Lirası veya döviz cinsinden yapılabilir. Bir diğer ifadeyle, altına endeksli döviz kredisi kullanılabilir. Tebliğ’in 5’inci maddesine göre ise altın depo hesaplarından hesap cüzdanında kayıtlı altın miktarının kısmen veya tamamen mudiye teslimi şeklinde ödeme yapılabilir.

Banka ile mudi arasında varılacak anlaşmaya göre, bankaca altın ödeme günündeki değeri üzerinden satın alınabilir ve karşılığında mudiye Türk Lirası veya döviz ödenebilmektedir.

Altın kredisi hesaplarının müşteriler tarafından altın teslimi suretiyle kapatılması esastır. Ancak, banka ile müşteri arasında varılacak anlaşmaya göre Türk Lirası veya döviz olarak geri ödenebilmektedir. Buna göre; altın şeklinde banka ve benzeri finans kurumlarından altın şeklinde kredi kullanan işletmeler, sözkonusu kredileri yapılan anlaşmaya göre altın şeklinde  ödeyebilecekleri gibi, Türk Lirası (YTL) veya döviz cinsinden de ödemeleri mümkün bulunmaktadır.

ii) Altın Kredisi Borcunun Vergi Kanunları Karşısındaki Durumu: 

5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu (KVK)’nun 6’ıncı maddesinin birinci ve ikinci bentlerinde;

“ Kurumlar vergisi, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanır.”                        

  “ Safi kurum kazancının tespitinde, Gelir Vergisi Kanunu’nun ticari kazanç hakkındaki hükümleri uygulanır.”

denilmek suretiyle, kurumlar vergisine esas teşkil edecek kurum kazancının hesaplanma şekli belirtilmiştir.

Gelir Vergisi Kanunu (GVK)’nun 38’nci maddesinin birinci fıkrasında, bilanço esasına göre ticari kazancın, teşebbüsteki öz sermayenin hesap dönemi sonunda ve başındaki değerleri arasındaki müspet fark olduğu hükme bağlanmış, son fıkrasında ise ticari kazancın tespit edilmesi sırasında Vergi Usul Kanunu (VUK)’nun değerlemeye ait hükümleri ile GVK’nun 40 ve 41’nci madde hükümlerine uyulacağı belirtilmiştir. VUK’nun 192’nci maddesinde ise öz sermaye, aktif toplamı ile borçlar arasındaki fark olarak tanımlanmıştır. Bahsi geçen maddenin son fıkrasında ise ayrı gösterilse dahi karın öz sermayenin  bir cüzü sayıldığı belirtilmiştir.

Öz sermayenin bir cüzü olarak yer alan kar ise, bir hesap döneminde tahakkuk eden gelirler ile giderler arasındaki farkı oluşturmaktadır. 

Öz sermayenin kıyaslanması suretiyle hesaplanacak olan kurum kazancının tespiti sırasında dikkate alınma zorunluluğu bulunulan değerleme Vergi Usul Kanunu’n 258’inci maddesine göre; “vergi matrahlarının hesaplanmasıyla ilgili olarak iktisadi kıymetlerin takdir ve tespitidir”. Bu tanıma göre değerleme; vergi hukuku bakımından vergi matrahını belirlemek açısından yapılan bir tür takdir ve tespit işlemidir.

Mezkur Kanun’un 259’uncu maddesine göre ise değerlemede, iktisadi kıymetlerin vergi kanunlarında gösterilen gün ve zamanlarda haiz oldukları kıymetlerin esas tutulacağı hüküm altına alınmıştır. 

 VUK’nun üçüncü kitabının birinci kısmının “İktisadi İşletmelere Dahil Kıymetleri Değerleme“ başlıklı ikinci bölümünde yer alan 285’inci maddesine göre borçların mukayyet değerle değerlenmesi gerekmektedir. Mukayyet değer ise mezkur Kanun’un 265’inci maddesine göre “ bir iktisadi kıymetin muhasebe kayıtlarında gösterilen hesap değeridir ”. 

Yukarıda yer aldığı üzere, VUK’nun 285’inci maddesinde iktisadi işletmelere ait tüm borçların herhangi bir ayrım gözetmeksizin mukayyet değerle değerlemeye tabi olması zorunlu tutulmuş olup, borçlar için mukayyet değer dışında bir değerleme ölçüsü herhangi bir şekilde belirtilmemiştir.

VUK’nun 289’uncu maddesinde yer alan “Özel Haller” başlıklı maddeye göre ise VUK’nun değerlemeyle ilgili üçüncü kitabının iktisadi işletmelere dahil kıymetleri değerleme bölümünde yazılı olmayan veyahut yazılı olup da kendi ölçüleriyle değerlenmesine imkan bulunmayan iktisadi kıymetlerden bina ve arazi vergi değerleriyle, diğerleri, varsa borsa rayici, yoksa mukayyet değerleri, o da yoksa emsal bedeliyle değerlenir.

VUK’nun 289’uncu maddesinin lafzından da anlaşılacağı üzere, sözkonusu kanun hükmünün uygulanabilmesi için bir iktisadi işletmede;

  • VUK’nun değerlemeyle ilgili 3’cü kitabının iktisadi işletmelere dahil kıymetleri değerleme bölümünde yazılı olmayan, 
  • Ya da yazılı olup da kendi ölçüleriyle değerlenmesine imkan bulunmayan,

iktisadi kıymetlerin bulunması gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle, altın kredisi borçları diğer borçlar gibi VUK’nun 285’inci maddesinde bir değerleme hükmüne sahip bulunmakta ve ayrıca sözkonusu değerleme ölçüsü ile değerlenmesi mümkün bulunmaktadır. Bu suretle iktisadi işletmelere dahil altın kredilerinin değerlemeye tabi tutulmasında VUK’nun 285’inci maddesinde yer alan “mukayyet değer” dışında herhangi bir değerleme ölçüsünün uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Bu esaslar dahilinde, yukarıda yer alan şartların sağlanamadığı gerekçesiyle altın kredilerinin değerlenmesi sırasında VUK’nun 289’uncu maddesinin uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Sözkonusu altın kredisi borcunun değerinde oluşan olumlu ya da olumsuz değerleme farklarının, ödeme ya da mahsup şeklinde altın borcunun kapatıldığı döneme ilişkin kurum veya ticari kazancın tespiti sırasında gelir veya gider olarak dikkate alınması gerekmektedir. Dolayısıyla, değerleme gününde işletmeye dahil altın kredisi borçlarının mukayyet değer dışında herhangi bir şekilde borsa rayici ya da başka bir değerleme ölçüsü ile değerlenme imkanı bulunmamaktadır.

Ayrıca, Maliye Bakanlığı uygulamalarından da anlaşılacağı üzere, altın kredisinin mukayyet değerle değerleneceği görüşü istikrar kazanmıştır. Maliye Bakanlığı’nın vermiş bulunduğu çeşitli özelgelerde sözkonusu altın kredi borçlarının mukayyet değerle değerlenmesi gerektiği hususu açıkça belirtilmiştir. Bunlardan 03.07.2000 tarih ve  B.07.0.GEL.0.29/29542853 sayılı özelge özetine göre;

“ Bilindiği gibi, ayni bir borç niteliğinde bulunan altın kredisinin değerlemesi konusunda VUK’nun ’İktisadi İşletmelere Dahil Kıymetleri Değerleme’ bölümünde özel bir hüküm bulunmamaktadır. 

Anılan Kanun’un özel haller başlığını taşıyan 289’uncu maddesine göre; ’İktisadi İşletmelere Dahil İktisadi Kıymetleri Değerleme’ bölümünde yazılı olmayan veya yazılı olup da kendi ölçüleriyle değerlemesine imkan bulunmayan iktisadi kıymetlerden bina ve arazi vergi değeriyle, diğerleri, varsa borsa rayici, yoksa mukayyet değerleri, o da yoksa emsal bedeli ile değerlenmektedir. Altın cinsinden krediler için bu maddeye göre değerleme yapılabilmesi, kendi ölçüsüyle değerlenmesine imkan olmaması halinde sözkonusu olacaktır. Ancak, altın kredisi bir borç niteliği taşıdığından değerleme ölçüsü olarak borçlar için belirlenen ölçünün kullanılması gerekmektedir.[2]” Gelir İdaresi Başkanlığı (eski ismi ile Gelirler Genel Müdürlüğü)’nın 21.04.1998 tarih ve 014067 sayılı yazısında da benzer şekilde altın kredisi borcunun VUK’nun 285’inci maddesine göre değerlenmesi sonucu dönem sonunda altın kredisi borcu için altın değer artış farkı hesaplanmaması ve maliyet ve sonuç hesaplarına intikal ettirilmemesi gerektiği vurgulanmıştır [3].

Son dönemlerde verilmiş başka bir görüş ile de Maliye Bakanlığı konuya ilişkin prensiplerini devam ettirmiştir[4].

Altın kredisi konusunda özellikle mücevherat üreticilerinin aktiflerine aldıkları altınları ilk madde ve malzeme olarak stok hesaplarında izledikleri anlaşılmaktadırlar. Ayrıca, aynı mükelleflerin dönem sonunda aktife aldıkları altını maliyet bedeli ile değerlemeye tabi tuttukları anlaşılmaktadır. Konuyla ilgili olarak düzenlenen bir muktezaya göre; işletmede külçe altının ilk madde ve malzeme olarak sene sonunda VUK’nun 274’üncü maddesi  gereğince  değerlemeye tabii tutulması gerektiği ve ayrıca, işletmenin 31.12.2003 tarihli bilançosunun VUK’nun geçici 25’inci maddesine göre  düzeltilmesi sırasında, ilk madde ve malzeme olarak kayıtlarda yer alan külçe altının da parasal olmayan kıymetler gibi enflasyon düzeltmesine tabi tutulmasının mümkün bulunduğu ifade edilmiştir[5].

Bu itibarla, fiziki altın kredisinin işletme açısından bir borç olması dolayısıyla, hesap dönemi ve geçici vergilendirme dönem sonlarında VUK’nun 285’inci maddesi uyarınca mukayyet değerle değerlenmesi ve aktife alınan altın kredilerinin ise ilk madde ve malzeme olarak VUK’un 274’üncü maddesi çerçevesinde maliyet bedeli ile değerlenmesi gerekmektedir.

Mezkur Kanun’un 262’inci maddesine göre maliyet bedeli; iktisadi bir kıymetin iktisap edilmesi veyahut değerinin artırılması münasebetleriyle yapılan ödemelerle bunlara müteferri bilumum giderlerin toplamını ifade etmektedir. Buna göre; altının ticaretini yapan veya altın imalatından değerli mamuller üreten işletmeler ilk madde ve malzeme veya stok olarak dikkate aldıkları altınları, bunların iktisap edilmesi veyahut değerinin artırılması münasebetleriyle yapılan ödemelerle, bunlara müteferri bilumum giderlerin toplamı ile değerlemek zorundadırlar.

VUK’nun 265’inci maddesinde ise ’mukayyet değer, bir iktisadi kıymetin muhasebe kayıtlarında gösterilen hesap değeridir.’ hükmü bulunmaktadır.

Buna göre, özellikle kuyumculukla iştigal eden işletmelerin bankalardan aldıkları fiziki altın kredisi de işletme açısından esas olarak faaliyetin finansmanında kullanılan bir borç olup, dönem sonlarında mukayyet değeri ile değerlenecektir. Bankalardan alınan fiziki altın kredisi, işlemin yapıldığı tarihteki tutarı üzerinden borç olarak kayıtlara intikal ettirilecek, kredinin geri ödemesi de yine aynı tutar üzerinden kayıtlara alınacaktır. Ancak kredinin alındığı ve ödendiği tarihteki tutarları arasındaki müspet ya da menfi fark sonuç hesaplarına aktarılabilecektir. Fakat bu konuda farklı görüşlerin de bulunduğunu ifade etmek gerekmektedir. Bu görüş sahiplerine göre, altın ile ilgili olarak gram üzerinden kaydedilen hesaplar yabancı para kabul edilmekte ve değerlemesi borsada oluşan fiyatlar üzerinden yapılması gerekmektedir[6]. Bize göre ise altını yabancı para olarak algılamak ve değerlendirmek mümkün bulunmamaktadır. Yabancı para kavramı çok açık olarak üçüncü bir ülkenin veya birliğin satın alma birimini temsil eden ekonomi aracıdır.  Dolayısıyla, yukarıda yapılan yasal açıklamalar çerçevesinde bu görüşe katılma imkanımız bulunmamaktadır.

Bu durumda,

-Bankalar altın alış ve satış fiyatlarını serbestçe belirleyebildikleri için, altının İstanbul Altın Borsasındaki değerinin değil, krediyi kullandıran bankanın altın kredisi için tespit etmiş olduğu satış fiyatının esas alınması,

Bankadan alınan altın kredisi, kredi sözleşmesine dayanan bir borç niteliği taşıdığından mukayyet değerle değerlenmesi, geçici vergi dönemi ve hesap dönemi sonundaki dönem için altın olarak hesaplanan faizin de mukayyet değere eklenmesi,

-Kredinin geri ödemesi sırasında mukayyet değerle geri ödeme tarihinde bankanın hesapladığı değer arasındaki farkın, doğrudan gelir veya gider hesaplarına intikal ettirilmesi gerekmektedir.

Banka ile kredi kullanan işletme anlaşırsa geri ödemeyi altın veya TL veya dövizle yapabilmektedir. Bu durumda, altına endeksli bir kredi kullanımı sözkonusu ise borcun artık dövizli bir borç olduğu iddia edilebilir. Böylece, döviz olarak ödenecek bir borçta borcun değeri değerleme gününde artık altın karşılığında hesaplanıp, yine dövizin borsa rayici dikkate alınabilir. Bu durum, borcun gerçek mahiyetine de uygun düşecektir. Zira, değerleme gününde borcun gerçek değeri altın karşılığı olacaktır.

Altın mevduatında ise yine alacakların değerlemesine ilişkin esaslar geçerli olacaktır.

Portföyü Türkiye’de kurulu borsalarda işlem gören altın ve kıymetli madenlere dayalı yatırım fonları veya ortaklıklarının portföy işletmeciliğinden doğan kazançları ise KVK’nın 5/d2 bendi uyarınca kurumlar vergisinden istisna olacaktır. Fon sahibi kişilerin fonları elden çıkarmaları karşılığında elde ettikleri kazançların kişinin tam veya dar mükellef olmasına göre %10 veya %0 vergilendirilmesi gerekecektir. 

VUK’un 279 uncu maddesine hisse senetleri ile portföyünün en az % 51 i Türkiye’de kurulmuş bulunan şirketlerin hisse senetlerinden oluşan yatırım fonu katılma belgeleri dışında kalan menkul kıymetlerin borsa rayici ile değerlenmesi esası getirilmiştir. Sözkonusu madde uyarınca;

-Borsa rayici yoksa veya

-Borsa rayicinin muvazaalı olarak oluştuğu anlaşılırsa,

Borsa rayici yerine menkul kıymetin maliyet bedeline değerleme gününe kadar oluşan gelir tutarının eklenmesi suretiyle bulunacak tutar esas alınacaktır.

Sonuç olarak, altına veya altına dayalı finansal enstrümanlara yatırım yapan işletmeler bu fonları borsa rayici ile değerleyeceklerdir. 

III-SONUÇ: 

Yukarıda yer alan çalışma kapsamında altın ticareti yapan veya altını çeşitli maddelerle işleyerek değerli ürün haline getiren işletmelerin, banka ve yetkili müesseselerden altın şeklinde borçlandıkları durumlarda altın kredisi borcunun nasıl değerlenmesi gerektiği hakkında açıklamalarda bulunulmuştur. Buna göre; işletmelerin geçici vergilendirme dönem sonları veya hesap dönemi sonlarında altın kredisi borçlarını VUK’nun 285’inci maddesi çerçevesinde mukayyet değerle değerlemeleri gerekmektedir. Zira, VUK’nun 289’uncu maddesi değerleme ölçüsü bulunmayan veya kendi değerleme ölçüsü bulunmakla birlikte, bu değerleme imkanın bulunmadığı iktisadi kıymetler için geçerli bulunmaktadır. Sonuç olarak, altın kredisi borcunun hesap dönemi sonunda ve geçici vergilendirme dönem sonlarında mukayyet değerle değerlemesi gerekmektedir[7].

[1] http://www.iab.gov.tr/turkish/borsa.php;

[2] 03.07.2000 tarih ve B.07.0.GEL.0.29/29542853 sayılı Maliye Bakanlığı Özelgesi;

[3] ÖZYER, Mehmet Ali, “Vergi Usul Kanunu Uygulaması”, Hesap Uzmanları Derneği, 3’üncü baskı, Aralık 2004, sf(461);

[4] İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı’nın 22.03.2012 tarih ve 1119 sayılı özelgesi.

[5] Maliye Bakanlığı İstanbul Defterdarlığı Usul Gelir Müdürlüğü’nün 08/04/2004 tarihli ve B.07.4.DEF.0.34.20/ VUK-274-10124 sayılı muktezası;

[6] KELEŞ, Yusuf, “Bankaların Ticari Kar Hesabında Dikkate Aldıkları Değerleme Ölçüleri”, Vergi Dünyası Dergisi, Haziran 2000, Sayı (226);

[7] Bu çalışmada; Çakmakcı, Ali; Vergi Dünyası Dergisi’nin 2008/Ağustos tarihli 324. Sayısındaki makaleden alıntılar yapılmıştır.