Soğuk Savaş’ın bitişi ve Sovyetler Birliği’nin dağılması, neoliberal demokrat siyasi anlayış açısından tarifsiz bir zafer gibiydi. Çünkü, uzun zamandır hayata geçirmeyi arzu ettikleri ekonomik ve siyasi reformları artık toplumların önüne sunacakları tarihi bir fırsat elde etmişlerdi. Bu nedenle, bilhassa neoliberal demokrat anlayışın bir nevi kalesi konumunda olan Avrupa kıtasında, Avrupa Birliği çatısı altında, 9-11 Aralık 1991’de kabul edilen Maasstricht Kriterleri, ardından 22 Haziran 1993’de kabul edilen Kopenhag Kriterleri sadece bir kıta için değil, adeta tüm dünya için neoliberal demokrat siyasi anlayışın bir nevi kurallar manzumesi olarak kabul edildi. Söz konusu kriterleri aynı zamanda bundan sonra AB’ye aday ülkeler için de minimum siyasi ve ekonomik standartlara dönüştürdüler.
Aradan geçen 30 yılı aşan sürede, neoliberal demokrat siyasi anlayışın empati odaklı yaklaşımı, farklı siyasi görüşlere hoşgörü boyutundaki anlayış adeta buharlaştı ve başta Avrupa Birliği Komisyonu üst yönetimi olmak üzere, önde gelen AB ülkelerinin siyasi aktörlerinde ‘neoliberal faşist’ olarak tanımlayabileceğimiz, kendi siyasi anlayışları dışındaki her türlü farklı siyasi anlayışa ‘sıfır tolerans’ gösterilen tuhaf bir tabloya dönüştü. Öyle ki, artık AB üyesi ülkelerde, bilhassa yükselen ‘yeni sağ’ siyasi anlayışı temsil eden siyasi aktörlerin seçimlerden tuhaf yöntem ve antidemokratik kararlarla men edildiği veya siyaset oyununun dışına çıkarılmaya çalışıldığı bir süreç. İşin tuhafı, neoliberal demokrat siyasi anlayışın temsilci konumundaki siyasi aktörler, Avrupa’da yükselen ‘yeni sağ’ın güçlenmesini, her seçimde oy oranını katlamasını sorgulamak yerine, anti demokratik yöntemlerle frenleme peşindeler.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!