IMF’nin yayımladığı son Türkiye raporunu dikkatle inceledim. Uzun süredir görmediğim kadar net bir resim vardı karşımda. Ve açıklamalardan anladığım; “Ekonomi Yönetimi”, rezervlerdeki güçlenme, bütçe açığındaki toparlanma ve sıkı para politikası sayesinde geçen yıla göre daha sağlam bir zemine oturmuş durumda. IMF, 2025 için büyümeyi %3,5 olarak sağlam bir zeminde tanımlarken; enflasyonu ise, %34,9 olarak öngörüyor. Enflasyon hala hedeflerin üzerinde seyretmekte; bu tahminler, dezenflasyon yolunda ilerlediğimizi gösterse de fiyat istikrarına ulaşmak için hala mesafemiz olduğunu hatırlatıyor. Dolayısıyla Türkiye kur şoku, enerji fiyatı ya da küresel risk iştahındaki ani bozulmalara karşı hassas bir konumda.
Diğer taraftan geçen hafta sahada iş dünyasının temsilcileri ile yaptığım görüşmelerin de bu tabloyu doğruladığını söyleyebilirim. Özellikle tekstil sektöründe iş insanlarının çoğu, rekabet gücünün belirgin biçimde zayıfladığını dile getiriyor. Bangladeş, Pakistan, Vietnam, Mısır ve Hindistan gibi ülkelerde asgari ücretlerin Türkiye’nin yaklaşık %25’i civarında olmasının, emek yoğun üretimde doğal bir dezavantaj yarattığını söylüyorlar. Üstüne finansmana erişimde yaşanan güçlükler ve yüksek faiz maliyetleri eklenince, firmaların zorlandığını görebiliyoruz.
Ancak yaşanan tüm tabloyu dış koşullara bağlamak da gerçeğin tamamını anlatmıyor. Bir büyük tekstil üreticisinin, “Bugün tartıştığımız birçok problemi 10 yıl önce görüp önlem alsaydık, bugün başka bir noktada olurduk” sözü kulağımda kaldı mesela. O gerçeğin farkında olarak attığı adımların bugün mükâfatını yaşayanlardan. Yani çağın gereklerine ayak uydurmayı zamanında başarmışlar.
Evet, Türkiye’de birçok sektör hala düşük maliyet avantajıyla rekabet etmeye çalışıyor; oysa dünya artık verimlilik, markalaşma, tasarım, dijitalleşme ve hızlı tedarik kabiliyeti üzerinden yeni bir rekabet düzeni inşa ediyor. Geç kalınan her yıl ise, maliyet baskısını daha da artırıyor.
IMF raporuna yeniden dönecek olursam; IMF’in politika önerileri, büyük ölçüde mevcut ekonomi yönetiminin çizgisiyle uyumlu: Pozitif reel faizin korunması, maliye politikasının gelir artırıcı ama kontrollü bir sıkılaşma ile desteklenmesi, kurda aşırı oynaklığın engellenmesi… Ancak bu reçetenin büyümeyi bir süre yavaşlatacağı da aşikar. İşte tam da bu nedenle, kırılgan kesimleri koruyacak sosyal politikaların zamanında devreye alınması ve işgücü piyasasında hem esnekliği hem güvenliği sağlayacak akıllı adımların atılması kritik.
Özel sektör tarafında ise; yapılması gerekenler giderek daha belirgin: Döviz açık pozisyonlarının profesyonelce yönetilmesi, bilançoların güçlendirilmesi, üretim süreçlerinin verimlilik odaklı dönüşmesi ve pazar çeşitlendirmesinin ertelenmeden yapılması… Bu adımlar, yalnızca bugünün değil, 2026 sonrası Türkiye’sinin de rekabetçiliğini belirleyecek.
Öte yandan, Türkiye’nin COP31’e ev sahipliği yapacak olması haberi geçtiğimiz günlerin en güzel haberi oldu. Bu yalnızca çevresel bir sorumluluk değil, ekonomik bir fırsat penceresi aynı zamanda. Küresel iklim diplomasisinin merkezinde yer almak, hem görünürlüğümüzü artıracak hem de iklim finansmanına erişimimizi güçlendirecektir.
Firmalar açısından ise yeşil dönüşüm artık bir tercih değil, rekabet koşulunun tam da kendisi. Avrupa’nın sınırda karbon düzenlemeleri kapıdayken, karbon ayak izi, enerji verimliliği ve temiz üretim teknolojileri tamamen stratejik konular haline gelmiş durumda. Üstelik bu dönüşüm için yararlanılabilecek fonlar, hibeler ve uluslararası destek mekanizmaları geçmiş yıllara göre çok daha erişilebilir durumda.
Sonuç olarak Türkiye, doğru ekonomik patikaya girmiş durumda; ancak bu patika sabır ve kararlılık gerektiriyor. Politika tutarlılığını korur, şirketler risklerini erken yönetir ve yeşil dönüşümü zamanında sahiplenirse, 2026’nın ikinci yarısı itibarıyla daha öngörülebilir, daha dayanıklı ve küresel dönüşümlere entegre bir ekonomi yaratmak hiç de uzak olmayacaktır. Tabii sektör ve verimlilik bazlı teşvik, hibe ve uygun finansman modelleri de geliştirilmeli ve firmalara bu imkanlar da sunulmalıdır. Ez cümle bugün alınacak doğru kararlar, yarının güçlü Türkiye ekonomisinin temelini oluşturacak.