Ocak ayından beri dünya ekonomisinin üzerinden sis perdesi kalkmadı. Ama o sisin içinde en net görünen şey şu: Trump’ın attığı her adım, sadece küresel dengeleri değil, teknolojinin kalbindeki devleri bile birbirinden ayrıştırıyor. İşte ben tam da bu ayrışmaya takıldım.
Bir sabah borsa ekranlarına baktığımda, tüm teknoloji hisseleri aynı fırtınada savrulmuyordu. Bazıları sarsılmıştı ama ayaktaydı; bazılarıysa yerle yeksan. Farkın nedeni neydi? Sadece ticaret savaşları mı? Yoksa derinlerde başka kodlar mı çalışıyordu?
Finans piyasaları Trump’ın tarifelerine en hızlı tepkiyi verdi. ABD borsaları 1993’ten bu yana en büyük kayıplarını yaşarken, yatırımcılar hazine kağıtlarından kaçtı, dolar dalgalandı. Ardından gelen “90 günlük erteleme” kararı biraz nefes aldırdı ama asıl mesele, bu tür kararların ekonomik alt yapıyı nasıl şekillendirdiğinde gizliydi.
Mesela emtialar… Altın, Trump etkisiyle parlayan bir yıldız gibi yükseldi. Evet, merkez bankalarının rezerv hamleleri vardı ama altını asıl uçuran şey, belirsizlik oldu. Diğer emtialar ise tersine, iştahsız ve kırılgan kaldı. Oysa bu tabloyu okurken, satır aralarında bir başka hikaye gizliydi: güven kaybı. Piyasa sadece politikaya değil, ekonomik mantığa da olan inancını yitiriyor gibiydi.
Perakende sektörü deseniz, doğrudan tarifelerin pençesinde. Çin’den gelen ürünlere olan bağımlılık, raflara yansıyan fiyatları, tedarik zincirinin kırılganlığını ve tüm bunların tüketici üzerindeki baskısını gösteriyor. Uzun vadede bu baskı sosyal yapıyı da etkiler, kimse söylemiyor ama ben buraya not düşeyim.
Sonra otomotiv sektörü… Hem otomobil hem de onun kalbini oluşturan çelik, alüminyum, piller… Hatta daha mikro düzeyde nadir toprak elementleri bile bu savaşın içinde. Çin’den bir ambargo gelse, birçok fabrika bir günde durur. Durum bu kadar vahim!
Ama asıl dikkatimi çeken şey, teknoloji devleri arasındaki bu tuhaf ayrışma oldu. Normalde hep birlikte yükselir, birlikte düşerlerdi. Şimdi öyle değil. Biri tırmanıyor, diğeri düşüyor. Aynı sektörde farklı kaderler… Bu bize bir şey anlatıyor sanki…
Microsoft, Trump döneminde neredeyse “krizden beslenen” bir dev haline geldi. Öyle ki Apple’ı bile geçerek dünyanın en değerli halka açık şirketi oldu. Oysa daha kısa bir süre önce, Çin’in yapay zekada geliştirdiği DeepSeek gibi uygulamalar karşısında Batı’nın endişelendiğini hatırlıyorum. Şimdi ne değişti?
Apple ve Amazon ise ciddi kayıplarla yüzleşti. Apple, tedarik zincirini baştan aşağı yenilemek zorunda kaldı; bu da sadece bir çeyrekte 900 milyon dolarlık ekstra yük anlamına geliyor. Amazon’un derdi daha yaygın: artan maliyet, azalan talep, düşen beklenti…
Ve Tesla… Belki de listenin en dramatik ismi. Musk’ın bir süredir DOGE ile geçirdiği zaman, şirketin itibarına gölge düşürdü. Ama asıl mesele bu değil. Çin pazarına bağımlılık, pil hammaddelerinde yaşanan darboğazlar, yeşil dönüşüm yatırımlarının hız kesmesi, üzerine bir de otomotiv tarifeleri… Tesla artık sadece otomobil üretmiyor; bir taraftan da krizle mücadele ediyor.
Ben tüm bu tabloyu izlerken şunu fark ettim: teknoloji devleri sadece ekonomik krizlerle değil, kimlik krizleriyle de boğuşuyor. Bir zamanlar geleceği şekillendiren bu markalar, şimdi kendi algoritmalarına sıkışmış durumdalar.
Üstelik antitröst yasaları, telif hakları, veri güvenliği gibi sorunlar da kapıda. Trump’ın tarifeleri sadece ekonomik bir hamle değil; aynı zamanda bu devleri kendi imparatorluklarında yalnızlaştıran bir kırılma noktası oldu. Ve bu yalnızlık, teknoloji çağında bir zayıflık emaresidir.
Şimdi durup şunu sormamız gerekiyor: Biz bu ayrışmadan ne öğrendik/öğreneceğiz?
Eğer biz kendi yazılımlarımızı yazmazsak, kendi dijital ağlarımızı kurmazsak, hep başkalarının tarifelerine göre yaşarız. O yüzden sadece teknoloji üretmeliyiz demiyorum. Kendi zihniyetimizi, kendi kodlarımızla inşa etmeliyiz. Çünkü tam bağımsızlık, artık veriyle başlar; yazılımla büyür.
Bir ülke, ne kadar çelik üretirse üretsin, eğer kendi aplikasyonunu yapamıyorsa hala başkasının kurgusuyla yaşıyor demektir. İşte bu yüzden teknoloji artık sadece ekonomi değil; bir egemenlik meselesidir.