TCMB, zor seçimini finansal piyasalardan yana kullandı!

Merkez, bu ayki PPK kararında zaten örtülü bir biçimde yükseltmiş olduğu faiz aralığını (20 marttaki ara karar) daha da genişleterek; gecelik üst bandı yüzde 49, haftalık repo faiziyle temsil edilen politika faizini ise yüzde 46’a çıkararak, “bir şeylerin” daha da ters gidebileceği sinyalini vermiş oldu.

PPK metnindeki  “Enflasyonun ana eğilimi mart ayında gerilemiştir. Aylık temel mal enflasyonunun finansal piyasalardaki gelişmelerin etkisiyle nisan ayında bir miktar yükseleceği, hizmet enflasyonunun ise görece yatay seyredeceği öngörülmektedir. Öncü veriler yurt içi talebin ilk çeyrekte ivme kaybetmekle birlikte öngörülenin üzerinde seyrettiğini ve enflasyonu düşürücü etkisinin azaldığını ima etmektedir.”  İbareleri açıkça işlerin beklendiği gibi gitmediğinden ötürü ekstra bir faiz artışı yapıldığını tasdikler niteliktedir.

İşlerin beklendiği gibi gitmiyor oluşunun temel nedeni ise 19 martta yaşanan iç politik gelişmelerin finansal piyasalarda özellikle de döviz talebinde; cary trade kaynaklı çıkışlara yönelik artış göstermiş olmasıydı. Aslına bakılacak olursa TCMB politikalarının haziran 2023’ten bu yana onca acı reçeteye rağmen tek başına en çok övgüyü hak eden başarısı da milli paraya olan talebi arttırarak, döviz rezervlerinde artış sağlamış olmasıydı. Diğer taraftan bu başarıya gerekli konforu sağlayan etmen sadece paranın fiyatı olan faiz değil, aynı zamanda önceki ekonomik programın çok eleştirilen finansal enstrümanı KKM ve elbette Ortodoks (ana akım) para politikalarına dönüşün yurtdışında (Batılı yatırım kurumları tarafında) yaratmış olduğu pozitif algıydı.

Olgusal olarak bakıldığında ise bu parasalcı yaklaşımın gerek üretenler (reel kesim) gerekse de tüketen (hanehalkı) tarafında son derece ağır bedelleri oluştu. Ancak bugün bakıldığında içtiğimiz acı ilaçların bizi iyileştirmekten çok hasta etmeye başladığı bir sürece doğru ilerliyoruz ki hem sanayi tarafındaki durgunluk hem de ağır refah kaybıyla derinleşen gelir adaletsizliği tahammül edilemeyecek boyutta yan etkilere evrilmiş durumdalar!

Diğer taraftan TCMB’nin mevcut politikada işi oldukça zordur:

TCMB’nin yegane başarısı milli paraya olan güveni tesis etmekti derken bir haksızlık da yapmak istemem çünkü mevcut programla enflasyonu düşürebilmenin kilit yolu, kur istikrarından geçmekte. Neoliberal politikaların angaje edildiği gelişen piyasalar, ekonomik istikrarı sağlamak için önce finansal istikrarı sağlamak durumundadır. Zira milli parası istikrarlı olmayan bir piyasaya yabancı sermaye de olumlu gözle bakmaz. Dolayısıyla yüksek faiz, düşük kur bir ezber olarak finansal piyasalarda istikrarın ilk koşulu olarak muhafaza edilir. Bu esnada düşük faizle farklı bir döviz piyasasından borçlanan yatırımcılar, yüksek faizle karlarına kar katmak adına EM piyasalarına kısa vadeli giriş yapar. Bu tarz para ticaretine carry trade denilir. Her fırsatta eleştirdiğim bu sıcak paraların gidişi de gelişi gibi hızlı olur.

Diğer taraftan finansal istikrarı sağladığını düşünen gelişen ülke, iş ekonomik istikrara gelince aynı konfora sahip değildir. Çünkü yüksek finansal maliyetler zaten bu tür piyasalarda var olan sermaye açığını iyice derinleştirerek, üretim ve yatırımlarda olumsuz etki yaratır. Bu nedenle de daha ucuz olan ithalat artarak, dış ticaret açıkları yoluyla döviz ihtiyacı artar…

Döviz ihtiyacının arttığı ülkede, döviz talebi de artarak, kurlar yükselme eğilimine girer ve merkez bankaları kur artışının finansal bir istikrarsızlığa yol açmasını istemediği için yine faiz artışını kullanarak; adeta kendine bir öğrenilmiş çaresizlik alanı yaratır ki işte buna gelişen ülkede neoliberal politika çıktısı denir ve  kronikleşmiş bu açıkların bir diğer yan etkisi ile açmazı da artık döviz kurunun enflasyona geçişkenliğidir!  (Kur-faiz-enflasyon sarmalı: https://www.paraborsa.net/i/uc-cisim-problemi-kur-faiz-enflasyon/ )

Diğer taraftan merkez bankalarının görev alanları para politikası ve temel aracı faiz olmakla beraber, sınırlıdır. Ancak ABD Başkanı Trump’ın karşılıklı tarife savaşlarıyla başlayan dönüşüm sürecinde merkez bankalarının eski başatlığından eser kalmadığını ve para politikası etkinliğinin de daha sınırlı hale geldiğini göreceğiz.

Örneğin bugüne kadar ABD hisse piyasalarını yönünü belirlemede önemli bir kontrol alanına sahip olan Fed’in artık sadece bekleyip, görmek ve karmaşık (J. Powell enflasyon için endişelenirken başka bir guvernör enflasyon geçici diyor) mesajlar vermek dışında bir rolü kalmamış gibi gözüküyor. Çünkü eskiden hisse piyasalarının alternatifi hükümet tahvilleri olurken, şimdi savaş zamanlarında olduğu gibi altına hücüm var…

En büyük travması enflasyon olan AMB’nin ise hiç çekinmeden politika faizinde indirime geçtiğini görüyoruz ki eskinin yavaş ve temkinli Avrupa’sından daha şimdiden eser yok.  (Avrupa Merkez Bankası, ABD Başkanı Donald Trump’ın başlattığı ticaret savaşının ekonomik olumsuz etkilerine hazırlık amacıyla faiz oranını çeyrek puan düşürerek yüzde 2,25’e çekti.)

Özetle tüm bunlar ve içerideki gelişmeler hesaba katıldığında, ülkemizin ekopolitik arenada daha cesur ve stratejik adımlar atmasına ve miadı dolmuş neoliberal ezberlerden kurtulmasına ihtiyaç vardır.

Nazlı Sarp

@ParaBorsaNet'i Twitter'da Takip Et!

ÖNEMLİ HABERLER VE GÜNCEL PİYASA YORUMLARINI KAÇIRMAMAK İÇİN BURAYA TIKLAYARAK HEMEN TWITTER'DA BİZİ TAKİP EDİN!