Orta Koridorun Ritmi: Türkiye

Küresel güç mücadelesinde ipler yalnızca Washington ile Pekin arasında çekiştirilmiyor; hatları, istasyonları ve geçiş kapasiteleriyle haritalar da yeniden çiziliyor. İşte tam da bu noktada Türkiye’nin bu yeni “altyapı jeopolitiği” çağında bir köprüden fazlası olduğuna inanıyorum: Ülkemiz, Doğu ile Batı arasında değer ve güven üreten bir lojistik–finans–teknoloji ekosistemi inşa edebilir.

Bugün bu iddiamı tazeleyen bir sahneyi yaşıyoruz. Bölgesel liderler zirveleri kapsamında Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın Çin’deki temasları, yalnızca bir protokol değil; koridorlar, tedarik zincirleri ve yatırım kanallarının yeniden bağlandığı bir “stratejik altyapı diplomasisi” fotoğrafı. Bu fotoğrafta, güvenlik başlıkları kadar ekonomik iş birliği, bağlantısallık ve finansman başlıkları da belirgin.

Diğer taraftan toplantıların bir başka kritik boyutu, Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin uzun aradan sonra Çin’le yeniden üst düzey diyaloğa girmesi. Çin–Hindistan hattında “sıcak barış” kısa vadede iddialı görünse de, Asya’nın iki devinin aynı masa etrafında oturması bile koridor stratejilerinin siyaset üstü bir zorunluluk olduğunu gösteriyor. Hindistan’ın tedarik zincirindeki “tamamlayıcı üretim” rolü güçlendikçe, Çin dışı çeşitlenme (China+1) Asya içinde kalarak yapılacak; bu da Türkiye’nin Avrupa pazarlarına yakınlığı ile birlikte Orta Koridor’da “arayüz ülke” rolünü büyütecektir.

Türkiye–Çin ekonomik tablosuna bakalım: 2024’te Çin’den ithalatımız 44,9 milyar dolar, Çin’e ihracatımız 3,4 milyar dolar; toplam hacim 48,3 milyar dolar. Veriler, Çin’in ithalatta birinci tedarikçi konumunu koruduğunu gösteriyor. Dolayısıyla bu tablo “daha çok satalım” temennisinden fazlasını gerektiriyor: pazar erişimi, standart uyumu, ortak üretim ve transit geliri dengesini aynı anda kurmak zorundayız.

Bu bağlamda Cumhurbaşkanımızın son yıllardaki çok vektörlü diplomasi çizgisi (NATO, AB Gümrük Birliği güncellemesi, Körfez sermayesi, Türk Devletleri Teşkilatı ve Asya gündemi) koridor siyasetinde eşzamanlı angajman doktrini yaratıyor. Türkiye’nin Çin ile temasları, bu uyumlaştırmanın enerji, altyapı finansmanı ve sınır ötesi e-ticaret başlıklarında somut yol haritaları üretme şansını büyüttü. Bu çizginin ticarete pozitif yansıması da sektör dosyalarını (tarım-gıda, petrokimya türevleri, beyaz eşya, batarya ve elektrikli mobilite yan sanayi) hızlıca kurumsallaştırdığımız ölçüde görünür olacak.

Öte yandan seçici karşılaştırmalı üstünlük ve “akıllı korumacılık” yaklaşımını netleştirmeliyiz. Türkiye’nin Çin menşeli bazı ürünlere uyguladığı ilave gümrük vergileri, salt korumacılık değil; yerli üretim–istihdam–teknoloji tabanı ile tüketici refahı arasında optimizasyon arayışı. Bu tür kararların orta-uzun vadede tedarikçiyle ortak üretim ve yerlileştirme şartlarına bağlanması, açığı azaltmada daha da etkili olur.

Bir diğer kritik başlık, transit ülke konumundan lojistik–finans–veri platformu olmaya geçiş zorunluluğumuz. Ben inanıyorum ki Marmara liman ekosistemi, BTK–Kars kapısı ve Zengezur/Basra–Karadeniz–Avrupa bağlantılarının kavşağında Türkiye, hizmet katma değerini belirgin biçimde büyütebilir.

Son olarak, ticaret açığının yapısal niteliğiyle yüzleşirken ürün karmasını da yeniden tasarlamak zorundayız. Çin pazarına girişte tarımsal-gıda ürünleri (kuruyemiş, meyve-sebze işleme, kaliteli zeytinyağı ve markalı atıştırmalıklar) kısa vadeli bir nefes olabilir. Asıl kalıcı etki ise orta-ileri teknoloji ara malı ve sistem bileşenlerinde gelebilir. Bunun yolu da ortak Ar-Ge merkezleri, karşılıklı yatırım fonları, e-ihracat platformları ve yerli tedarik zinciri taahhütlerinden geçiyor.

Son söz: Dış politikadaki isabetli adımlar, ekonomi-lojistik-finans mimarisine çevrilmedikçe tam etkisini göstermez. Çin’de verilen fotoğraf benim için önemli bir başlangıç notası. Türkiye, Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın kararlı ve ılımlı diplomasisiyle koridorların geometrisini değil, ritmini belirleyebilecek bir ülke. Bunu başarmanın anahtarı açık: öngörülebilir regülasyon, şeffaf geçiş rejimi, teknolojiyle entegre altyapı ve çok vektörlü diplomasi. Bugün attığımız diplomatik adımların ticarete ve istihdama olumlu yansımalarını göreceğimiz kesin; sürdürülebilir olması için ise bu dört ekseni aynı anda ve ısrarla çalıştırmalıyız.