Cumartesi günü açıklanan meşhur makro ihtiyati tedbirler; ekonomist cenahında önemli bir tartışmanın kapısını araladı. Pazartesi günü gelen nisan enflasyonu ve Sayın Bakan Şimşek’in bir TV kanalına verdiği röportajla birleşince de devam etti. Bu tartışmaların bir süre daha devam etmesini beklerim zira artık ekonomi programını kritik edenler kervanına hükümet kanadından eski ekonomi bakanı Sayın Zeybekçi de bir gazeteye verdiği demeçle katılmış bulunmakta.
Hafta sonundan bu yana çıkan tartışmaların ana temasını bir önceki hükümette çok eleştirilen hatta kritik bombardımanına tutulan ekonomi programının başat unsuru “makro ihtiyati tedbirler” oluşturuyor. Çünkü o programda politika faizi düşürülmüş ve kur ataklarını önlemek adına da bir tür tedbirler silsilesi ile ekonomi yönetilmeye çalışılmıştı. Seçimden sonra gelen bu ekonomi yönetiminin ilk sözü ise rasyonel politikalara geçileceği olmuş; önce hem kur (daha doğru ifadeyle serbest bırakılmış) hem de faiz arttırılmış; ardındansa faiz artışları yapılıp, KKM gibi enstrumanlardan yavaşça çıkılarak, normalleşme adımları izlenmişti.
Yukarıdaki grafikte son 5 yılın yıllık enflasyon seviyesi ve politika faizinden görüleceği üzere bir önceki programda Rusya Ukrayna Savaşı’nın tetiklediği enerji ve gıda fiyatlarındaki aşırı yükselişlerle çok kolayca ve fazla artan enflasyonun tekrar düşük seviyelere indirilmesi; iki yıldır devam eden sıkı para politikası ve ağırlıklı ortalama faizin yüzde 48,5’a kadar yükselmesine rağmen mümkün olamamıştır!
Esasında başlangıcından bu yana ağırlıklı olarak TCMB’nin para politikasıyla yürütülen programın yegane başarısı artan döviz rezervleri ve büyük ölçüde ana akım iktisat politikasına geçişin getirdiği kredibilite ile ülke notu artışları, CDS düşüşleri olmuştu. Ancak bu durumun da sürdürülebilir olmadığı anlaşıldı…
Faizle baskılanan kurun seviyesi sürdürülebilir değildi!
19 martta hiç hesapta olmayan bir siyah kuğu piyasaları adeta bir simülasyona tabii tuttu. Politik riskler, çoğunlukla ülkelerde hisse piyasası üzerinde kısa vadeli dalgalanma yaratırlar. Ancak eğer döviz kuru ve tahvil getirileri gibi enstrümanlarda da negatif dalgalanma yaratılıyorsa; bu net biçimde o ülkenin kur ve faiz kırılganlığına sahip olduğu anlamına gelir. Ülkemizde uzun yıllardır uygulanan neoliberal ekonomi politikalarının bir sonucu olarak; önemli ölçüde bir kur kırılganlığı ve buna eşlik eden dolarizasyon vardır. İşte tam da bu nedenle TCMB, çok hızlı adımlarla döviz rezervi, faiz ve makro ihtiyati önlemlerle müdahale etmek durumunda kaldı ve tam da faiz indirim döngüsü konuşuluyorken, en az üç aylık bir dönem için geriye dönülmüş oldu.
Bakan Şimşek’in ifade ettiği gibi piyasa dalgalanmasının tek nedeni içeriden değildi; bir taraftan da Trump’ın yarattığı kasırgadan nasibimizi carry trade çıkışlarıyla almış olduk.
Hafta sonu gelen makro ihtiyati tedbirler neden bu kadar eleştirildi?
TCMB Başkan Yardımcısı Sn Akçay, bir PPK toplantısında kendisine söz verildiğinde; linklerin kopmuş olduğundan söz ederken; esasında bir önceki programın düzenleme silsilesinin parasal aktarım mekanizmasının etkin işlemesine zarar verdiğinden yakınıyordu…
Ancak günlerin sonunda görüldü ki onca yüksek faiz seviyesine karşın tutulmakta zorlanan kuru dizginlemek adına yine o linkleri koparıp, atan tedbirlere başvuruldu: Döviz mevduatı ve para fonları 200-400 bp ceza alırken; TL büyüme hedefi arttırıldı. Hatta ihracatçıların o en çok şikayet ettiği ve bir zamanlar yüzde 40’tan 25’e inen ihracat dövizini TCMB’a getirme zorunluluğu kısa süre için olsa da yine yüzde 35’e yükseltildi. (Kur desteği de 3’e çıkarıldı)
Özetle linkler, bir kez daha ancak bu defa adamakıllı koparılıp, atılmış oldu…
Adamakıllı çünkü bunca acı ilacın üstüne artık ne hane halkında refah kaldı ne de üretende mecal!
Sayın Bakan Pazartesi günkü demecinde gelirler ve maliye politikasından söz etti. Gelirler politikası deyince sakın yanlış anlaşılmasın; zira kemer sıkarak, toplumları daha büyük kur krizlerine sürükleyen IMF’in meşhur maaş artışı sınırlaması kastedilmektedir. Ancak IMF bile yıllar içerisinde yarattığı büyük yıkımlardan tecrübe etmiş olacak ki artık toplumsal mutabakatla maaş artışlarının ele alınması gerektiğini ifade ediyor.
O zaman sade bir örnekle maaş artışları konusunda ne kadar mutabık olabileceğimizi test edelim. Yılbaşında yüzde 30 düzeyinde yani asgari maaş artışına paralel bir maaş zammı alan kişinin kirada oturması halinde eğer bu ay kontrat süresi doluyor ise yapacağı kira zammı yüzde 48,73’tür. Geçmiş yıllardan gelen refah kaybı, diğer kurumların enflasyon oranları ya da hissedilen enflasyona farkındaysanız hiç girmedim. Elbette yüklü miktarda tasarrufunuz ya da kiraya verdiğiniz evleriniz varsa enflasyon sepetinin ağırlığı da değişecektir. Ancak geniş halk kesimleri için durumun nasıl olduğunu tahmin edebilirsiniz…
Diğer taraftan üretenler tarafında işler nasıl gidiyor diye bakılacak olursa;
Emin olun onların dertleri de azımsanacak gibi değil. Zira sadece yüksek faiz nedeniyle pahalı finansman bir tarafa; bir de bankaların aylık ticari kredi büyüme sınırları nedeniyle kredi bulmakta zorlanıyorlar. Kısa vadeli nakit kredi maliyetlerinin yüzde 80’lere vardığı rapor ediliyor. Diğer taraftan ihracatçı kesimin kurla bitmeyen hesaplaşması tam Euro kurunun yükselmesi ile bir miktar rahatlamıştır derken; bir taraftan da daralması muhtemel Avrupa pazarından hasar alacaklar gibi gözüküyor.
Yukarıda görülen Müsiad’ın ağırlıklı olarak KOBİ’lerden derlediği satın alma müdürleri endeksi SAMEKS öncü göstergesine göre nisan ayında bileşik endeks 5,5 puan azalarak; hem imalat hem de hizmet kesiminde önemli bir durgunlukla karşı karşıya kalındığını raporlamıştır.
Özetle enflasyon illetinin serencamına yara almadan; ecnebi deyişiyle “yumuşak inişle” nail olmak mümkün müdür? Zannetmiyorum zira hem halktan hem de üretimden kopuk bir ekonomi modeliyle zor…
Nazlı Sarp