Küresel Rota Değişiyor, Türkiye Stratejik Konumlanıyor

Küresel ticaret son beş yılda sessiz ama güçlü bir paradigma kayması yaşıyor. Pandemi, Çin’in sıfır vaka politikası, Rusya-Ukrayna savaşı ve Süveyş kriziyle birlikte, “uzak, ucuz, dev” üretim merkezlerinin yerini “yakın, esnek, güvenli” üretim modelleri almaya başlamıştı. Bu dönüşüm, nearshoring olarak adlandırılan yeni küresel eğilimi de doğurdu. Ve Türkiye bu eğilimin en güçlü adaylarından biri. Lojistik avantajı, üretim kapasitesi ve Avrupa ile olan derin ticari entegrasyonu ile Türkiye en cazip ülkelerden biri.

Avrupa Türkiye’ye Yaklaşıyor

Almanya, İtalya, Hollanda ve hatta Çin’den yönelen hazır giyim, otomotiv ve ambalaj siparişlerinde Türkiye’ye ciddi bir kayma gözlemleyebiliyoruz.

Bu yönelimi birkaç çarpıcı örnekle desteklemem gerekirse:

H&M’in Finans Direktörü Adam Karlsson Reuters’e verdiği röportajda, tedarik zincirini Çin’den Avrupa’ya yakın ülkelere kaydırdıklarını; bu kapsamda Türkiye, Fas, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerin öncelikli olarak değerlendirildiği açıklamayı hatırlatmam doğru olur.

Yine Çinli elektrikli araç devi BYD, Temmuz 2024’te Türkiye’de yıllık 150.000 araç üretim kapasiteli ve mobilite teknolojilerinde AR‑GE odaklı 1 milyar dolarlık fabrika kuracağını duyurmuştu. Bu yatırımın 2026 sonunda başlaması ve yaklaşık 5.000 kişiye istihdam sağlamasının hedeflendiğini de Financial Times’ta okumuştuk. BYD’nin bu adımını, AB karbon düzenlemeleri ve gümrük bariyerlerine karşı stratejik bir nearshoring hamlesi olarak değerlendirmek mümkün.

İki örneğe de baktığımızda, bu stratejilerin sadece maliyeti değil, hız ve esnekliği de optimize etmeyi hedeflediğini görüyoruz.

Temmuz Rakamları: Bu Hikayenin Sayısal Karşılığı

Ticaret Bakanlığı’nın açıkladığı Temmuz 2025 ihracat verileri, bu yönelimin sayısal teyidini ortaya koyuyor:

Türkiye, 24,9 milyar dolarlık ihracatla tüm zamanların en yüksek Temmuz ayı ihracatına ulaştı. Bir önceki yılın aynı ayına göre %11’lik artış gösteren bu rakam, yalnızca miktar artışı değil; pazar çeşitliliği ve sipariş yoğunluğunun da göstergesi.

Sanayi ürünleri ihracatında da rekor kırılırken; Almanya, ABD, Irak, İtalya ve İngiltere’nin en büyük alıcılar arasında yer aldığını görüyoruz. Yalnızca bu tablo bile Türkiye’nin “alternatif değil, öncelikli tedarikçi” haline geldiğini de ortaya koyuyor.

Potansiyelin Gölgesindeki Riskler

Elbette potansiyelin yanında hala kırılganlıklarımız da mevcut. Nitelikli İşgücü açığı ile Enerji ve Altyapı sorunları bu kırılganlıkların başında yer alıyor. Özellikle vasıflı işgücü ihtiyacının çok yüksek seviyelerde oluşu ve de OSB’lerde yaşanan bölgesel enerji kesintileri ihracat taahhütlerini riske atabiliyor. Bu durum dış ticaretin sürekliliği açısından yapısal bir tehdit de oluşturuyor.

Peki riskler bertaraf edilerek bu fırsat kalıcı hale nasıl getirilir?

Türkiye’nin bu jeopolitik avantajı, doğru politika bileşenleriyle desteklenirse kalıcı bir üstünlüğe dönüşebilir:

  1. Mesleki Eğitim Reformu
    OSB’lerde kurulacak sektörel akademilerle lojistik, otomasyon, endüstriyel bakım gibi alanlarda kalifiye genç işgücü yetiştirilmeli.
  2. Yeşil Üretim ve Sertifikasyon
    Yeşil Mutabakat’a uyum için OSB’lerde GES ve karbon izleme sistemleri zorunlu hale getirilmeli. “Tedarik Güvenliği Sertifikası” gibi mekanizmalarla Avrupa pazarıyla yapısal bağ kurulmalı.
  3. Yatırım Tahkimi ve Hukuki Reform
    Uluslararası tahkim sistemine entegre, hızlı ve şeffaf çözüm yolları oluşturulmalı.
  4. Ticaret Diplomasisi
    Yurt dışı ticaret müşavirlikleri yalnızca temsil değil; yatırım eşleştirme ve sipariş yönlendirme sorumluluğu taşıyan etkin bir yapıya dönüşmeli.

Konjonktürel Tercihten Yapısal Güce

Türkiye’nin Temmuz 2025 ihracat rekoru, yalnızca güçlü bir ekonomik performansın değil; aynı zamanda küresel tedarik zinciri stratejilerinde Türkiye’nin artık “merkez ülke” olarak konumlandığının açık bir göstergesi. Bu kazanımı kalıcı ve sürdürülebilir hale getirmek içinse geçici avantajlara değil, sistemli adımlara ihtiyacımız var.

Yakın olmak bir başlangıç avantajıydı; ama kalıcı olmak, kurumsal güven, nitelikli insan kaynağı, dijital ve yeşil altyapı gibi uzun vadeli kapasite unsurlarına dayanıyor. Türkiye, artık tedarik zincirinde sadece yer alan değil; onu şekillendiren ülkelerden biri olma eşiğinde. Bu coğrafyanın bize sunduğu lojistik avantajların ötesinde; stratejimiz, üretim kabiliyetimiz, dönüşüm irademiz ve bu süreci taşıyacak altyapımız da hazır.

Dolayısıyla bu gücümüzü istikrarla buluşturduğumuzda, Türkiye’nin rolü artık konjonktürel değil, yapısal hale de gelecektir.