Son bir iki gündür dış basın aracılığıyla ülkemizde de gündem olan avronun dolara karşı üstün duruma geçiş hikayesi aslında son 6 ayın mevzusudur. Ancak spot altının bu süreçte rekor üstüne rekor kırışı ve ülkemizde döviz kuru denildiğinde daha çok doların dikkate alınıyor oluşu, bu görünümü saklı kılmış olabilir.

Yukarıdaki grafikten de görüleceği üzere sene başından bu yana dolar endeksinde yaklaşık yüzde 11 düzeyinde düşüş olmasına karşın, eurusd paritesinde yüzde 14’lük, spot altında ise yüzde 25’lik bir yükseliş gerçekleşmiştir.
Avrodaki yükseliş AB ekonomisinin bir anda şaha kalkmasından mı ileri geliyor?
Matematiksel olarak görünüm bu nicelikte ve nedenine bakılacak olursa; şüphesiz ki daha düne kadar teknolojik olarak ABD’nin gerisinde kaldığı ve katı mali kuralları nedeniyle acımasızca eleştirilen AB’nin ekonomik durumunda bir değişiklik yok ancak geleceğe bakışının Başkan Trump nedeniyle büyük ölçüde değiştiği söylenebilir ki bunun da başlıca iki nedeni var:
• İlki Trump’ın göreve gelir gelmez AB ile ABD arasındaki 80 yıllık ortaklığı keskin bir çizgiyle ikiye bölerek, bölgeyi hem orijinal hem de mecazi anlamda savunmasız bırakması,
• İkincisi ise Trump yönetiminin ticaret tarifeleri ve iç vergi politikalarıyla rezerv para dolara olan güveni azaltmış olması
AB, katı borçlanma kurallarının gevşetilmesi gibi hiç de alışık olunmayan bir yeni çeviklik ortaya koyarken dönüşüme uyum sağladığı söylenebilir. Burada özellikle Almanya öne çıkmaktadır ki 2029 yılına kadar savunma harcamalarını Fransa ve İngiltere’yi geride bırakarak üçte ikiden fazla artıracağı rapor ediliyor.
Ancak dönüşümün asıl teması ABD’nin ticaret tarifeleri ve elbette bu yeni korumacılığı destekleyen pragmatik temelli jeopolitik yaklaşımıdır. Sadece bu iki temel faktör bile uçurumun kıyısından dönen bir avroyu, kötünün iyisi yapma yolunda ilerletmektedir.
NATO Liderler Zirvesi’nde 12 Gün Savaşı olarak adlandıracağımız sürecin şimdilik bir ateşkesle sonuçlanmış olma başarısı Avrupalıların soğukkanlı övgüleriyle Başkan Trump’a addedildi. Diğer taraftan İspanya’nın karşı çıkmasına karşılık savunma harcaması hedefinde de uzlaşılmış oldu.
Ancak şimdi belki de en önemli tartışma bu savunma harcamalarının makro dengeler ve para piyasaları üzerindeki etkisi noktasında şekillenecek.
İspanya Başbakanı, yüzde 5’lik hedefe ulaşmak için aceleci bir çabanın, “borç artışı, enflasyonist baskılar ve eğitim, sağlık ve teknoloji gibi savunma sanayinden daha yüksek çarpan etkisine sahip hayati faaliyetlerden yatırımların uzaklaştırılması” yoluyla İspanya’nın ekonomik büyümesini yavaşlatacağını ifade etmişti. Bu zamana kadar savunma harcamalarının; büyüme, istihdam ve sosyal refah artışı gibi alanlara etkisinin araştırıldığı ekonometrik çalışmalarda genellikle harcama artışının büyüme üzerinde olumlu (aynı yönde pozitif) etkisine karşılık, istihdam ve gelir bölüşümü alanlarında ise negatif (ters yönlü) ilişki olduğu tespit edilmiştir. İthal bağımlılığı yüksek ve kamu borçlanması yoluyla gerçekleştirilen savunma harcamaları konusunda İspanya Başbakanı Sánchez’e katılmamak mümkün değil ancak zaten herhangi bir dışa bağımlılık da günümüz dinamiklerine aykırıdır.
Günümüz dinamiklerine uyarladığımızda
- Savunma sanayisinin yüksek teknolojili üretimin yaygınlaşmasını beraberinde getirmesi
- Bu alandaki ARGE faaliyetleri ve harcamalarını kullanarak, sürekli öğrenme yoluyla dışa bağımlılığın ortadan kalkması ve yeni istihdam yaratılması
- Eskiden olduğu gibi bu alanda sadece kamuya değil özel müteşebbislere fırsat sunularak, rekabete açık bir üretim alanı olması faktörleri hesaba katıldığında uzun vadede hem istihdam hem de sosyal refahın sağlanması bakımından itici güç olacağına inanıyorum.
Bu görüşümü pekiştirmek adına ülkemiz savunma sanayinin son senelerdeki yükselişini örnek gösterebilirim. Aslında her şey 2004 yılında Savunma Sanayii İcra Komitesi toplantısında, o tarihe kadar devam etmekte olan ana muharebe tankı, insansız hava aracı (İHA) ve taarruz helikopteri projelerindeki lisans altında üretim modelinin terkedilmesi ve ulusal şirketlerin ana yüklenici olduğu yeni projeler başlatılmasıyla başlıyor.
Ondan sonrasını zaten biz değil bugünlerde Avrupa da söylüyor ki Türkiye hem güçlü savunması hem de yerlilik oranı yüzde 80’lere çıkan savunma sanayisi ile belki de en çok sükse yapan ülkelerden…
Diğer taraftan savunma sanayi alanında yaratılan bu ivmenin diğer üretim alanlarına da hızla yaygınlaştırılması ve dahi uyguladığımız ekonomik program da dahil olmak üzere kendi gerçekliğimiz ve anatomimize uygun bir programın tasarlanmasına ihtiyacımız var.
Özetle gelmekte olan yeni sistemin dinamikleri, ekonomik ve finansal açıdan bağımlılığı, tolere edecek cinsten değildir.
Nazlı Sarp