Bu hafta hem jeopolitik hem de eko politik açıdan pek çok önemli gelişme yaşanacak. Bunlardan ilki seçilmiş başkan Trump’ın ikinci kez ve 47. ABD Başkanı olarak yemin etmesi. Kendisi ABD’nin gelmiş geçmiş en sıra dışı liderlerinden biri olmayı çoktan başardı başarmasına ancak asıl Trump 2.0 olarak adlandırılan bu ikinci ve son döneminde neler yapacağı kesin bir öngörüsüzlük olarak öngörülmekte!
Öngörülmezliğin öngörüsü, aslında değişimi kabullenmemekten
Şimdiye değin kendi sosyal medyası Truth Social’dan yapmış olduğu açıklamaların ağırlıklı bölümü; vergi, tarifeler ve yayılmacılık olmak üzere ekonomi ağırlıklıydı ve AB ve Çin başta olmak üzere dünyanın önemli bölümünde ciddi tartışmalara ve NATO, IMF, Avrupa Parlamentosu gibi kurumlarda ise ciddi kaygılara yol açmış bulunuyor.
Bu kaygılardan bazılarına bakılacak olursa; Trump’ın NATO müttefiki olan devletlerin gayri safi milli hasılalarının (GSYH) yüzde 5’ini savunma bütçesine ayırma isteği: Önceki hedef yüzde 2 düzeyindeydi; halihazırda ABD de dahil olmak üzere yüzde 5 olan ülke bulunmazken, yüzde 2’nin altında kalan ülke sayısı 8 olduğundan; müthiş bir kamu harcama baskısı yaratmıştır.
Donald Trump’ın daha yüksek gümrük vergileri, daha düşük vergiler ve göç kısıtlama planları; IMF’in hem bloğunda hem son ekonomik görünüm raporunda enflasyonu canlandırma ve Fed’in faiz oranlarını düşürmesini engelleme riski taşıdığı konusunda uyarılarla karşılanmış. Ayrıca “Daha yüksek enflasyonun Fed’in faiz oranlarını düşürmesini engelleyeceğini ve hatta faiz artırımları gerektirebileceğini, bunun da doları güçlendireceğini ve ABD’nin dış açıklarını artıracağı” belirtilmişir. Yine Trump’ın önceliklerinden biri olan finansal serbestleşmenin çok ileri götürülmesi halinde bir “patlama-çöküş döngüsü”nü tetikleyebileceği yönündeki açıklamalar, son derece negatiftir.
Avrupa Birliği ve dahi parlamentosu ise adeta bir panik dalgasında olup, son yıllarda aşırı sağın yükselişi konusunda günah keçisi olarak Trump’ın yanına Zuckerberg ve Musk gibi sosyal medya patronlarını da katarak, suçlu arama peşine düşmüştür. Oysa dünyada ekonomik gelişimini politik stratejiyle bezeyememiş hiçbir ülke bağımsız kalamamıştır. Biraz iddialı olacak ama tıpkı önümüzdeki yüzyılın Avrupa Birliği gibi…
Türkiye’de TCMB faiz kararı ve Moody’s kredi notu önemli verilerden
Haftanın ekonomi gündemi Trump ve dünyaya yaydığı öngörülmezlik paniğinden ibaret değil. Perşembe günü TCMB’nin PPK kararını karşılayacağız ve bu defa 250 bp lık indirim beklentisinin yanı sıra PPK metninde verilecek mesajlar da önemli olacak. Bu yıl içinde sadece 8 PPK toplantısı yapılacak olması, faiz indirim döngüsünde yüksek frekanslı verilerin daha rahat takip edilmesini de beraberinde getiriyor.
Bir diğer önemli veri Cuma günü açıklanacak olan kredi değerlendirme şirketi Moody’s ‘in Türkiye kredi notu raporu olacak ki yabancı yatırım kuruluşlarının Türkiye ekonomisine yönelik iyimser tahminleri baz alındığında bir not arttırımı şaşırtıcı olmayacaktır. Ayrıca konut satışları ve tüketici güveni gibi verileri de bu hafta karşılıyor olacağız.
Bunun dışında geçen hafta haber olan Suriye’de yeni geçici hükümetin Türkiye’den gelen ithal ürünlerin vergilerini yüzde 300 ila yüzde 500 artırması konusunda Ticaret Bakanlığı gecikmeden bir açıklama yaparak, Suriyeli yetkililerle yüz yüze bir toplantı yapılacağını beyan etti. Filistin’de 15 ay sonra gelen ateşkes ve Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi gibi jeopolitik meselelerle Türkiye iç siyasetindeki görünüm, ekonomiyi gündemin birinci sırasından düşürmüşe benziyor.
Kamu ve ulaşım zamları, fiyatlama davranışları açısından bozucu etki yapabilir
Diğer taraftan TCMB’nin“Merkezin Güncesi” bloğunda zaman zaman çok tartışılan ekonomik meseleleri araştırma makaleleri ile aydınlatması ve son olarak TCMB Başkanı Karahan’ın Londra’da yatırımcılara sunduğu Türkiye’deki enflasyon gelişmeleri raporunu kamuoyuyla paylaşması TCMB açısından önemli bir sözlü yönlendirme görevi görürken, köprü ve otoyollara yüzde 40’ın üzerinde, İstanbul’da ulaşıma ise yüzde 35 oranında zam yapılması ve köprü ücretlerinin enflasyon sepetindeki ağırlığının düşük olmasına yönelik tartışmalar, gündemi meşgul etti.
Ulaşıma yapılan bu zamlar, TÜİK’in enflasyon sepetinde hangi ağırlıkta olursa olsun, günümüz insanının temel ihtiyaçlarına yönelik olup, fiyat koyucular açısından da zam yapmak adına bir bahane oluşturacaktır. Dolayısıyla asgari maaşa yapılan zam oranının bu denli düşük tutulmasının arkasındaki itici gücün daha önce de ifade ettiğim gibi enflasyonist olmaktan ziyade istihdamı korumaya yönelik olduğu söylenebilir. Yabancı yatırım raporlarındaki iyimserlik de hesaba katılacak olursa, mevcut ekonomi politikasından şimdiye kadar en avantajlı çıkan kesim, yüksek servet sahibi “piyasa oyuncularıdır”.
Sayın Cumhurbaşkanın da ifade ettiği üzere (“Enflasyonla mücadeleyi sadece talep yönlü politikalarla değil, gıda ve konut gibi alanlarda arz yönlü tedbirlerle de destekleyeceğiz.” ) bugüne kadar ağırlıklı olarak para politikası ile yürütülmüş olan programa arz kaynaklı yapısal çözümlerle katkı sağlanmadığı müddetçe enflasyon düşmeye başlamış olsa da üretim ve bölüşüm tarafında bir denge de sağlanmamış olacaktır.
Özetle dünyanın değişen ve dönüşen eko-politiğinde, tehditleri fırsata çevirmek ve güçlü kalabilmenin yolu; neoliberalizmin dikte ettiği ve miadı dolmuş finansal ekonomik yaklaşımdan ziyade, üretimde dönüşümden geçmektedir. Nasıl ki savunma teknolojilerindeki ilerlemeyle dünyaya sesimizi duyurduysak; diğer stratejik üretim alanlarında da bir toplumsal zihniyet değişimine ihtiyacımız olduğu aşikar…
“Fikirler balık gibidir. Küçük balık tutmak istiyorsanız sığ sularda kalabilirsiniz. Ama büyük balığı yakalamak istiyorsanız, daha derinlere inmelisiniz.” David Lynch
Nazlı Sarp