Ekonomiler artık sadece büyüme hızlarıyla değil, sürdürülebilir kalkınma kapasitesiyle de ölçülüyor.
Küresel belirsizliklerin arttığı, kaynakların kıtlaştığı bir dönemde, üretimi verimli kılmak ve israfı minimize etmek, ülke ekonomilerinin en kritik performans göstergesi haline gelmiş durumda.
Türkiye de bu dönüşüm sürecinde önemli bir eşikte duruyor: Üretim ekonomisine yeniden yönelirken, kaynak yönetimini de yeni bir disiplinle ele almak zorunda…
Bu dönüşümün merkezinde ise, kadın emeği olmalı. Çünkü kadınların üretime katılımı yalnızca toplumsal değil, ekonomik bir zorunluluktur.
Türkiye’de kadınların iş gücüne katılım oranı 2023 itibarıyla %35,8 seviyesinde idi. OECD ortalamasının oldukça altında olan bu oran, aslında kullanılmayan dev bir potansiyeli de işaret ediyor.
Ve çok önemli bir nokta: Kadın istihdamının her yüzde 1’lik artışı, üretkenlikte ölçülebilir bir fark yaratıyor; yerel ekonomiyi güçlendiriyor, tüketim kalıplarını dengeliyor, hane gelirini artırıyor.
Ancak üretim kadar önemli bir başka başlık daha var, o da: verimlilik.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) 2024 raporuna göre dünyada her yıl 1,05 milyar ton gıda israf ediliyor. Bu miktar, yılda yaklaşık 1 trilyon dolarlık ekonomik kayıp anlamına geliyor.
Türkiye’de ise 23 milyon ton gıda çöpe gidiyor; kişi başına ortalama 102 kilogramı çöpe atıyoruz…
Yani üretimin bir kısmını aslında ürettiğimiz anda kaybediyoruz diyebiliriz.
Bu tablo, tarımda, lojistikte, hane tüketiminde ve gıda zincirinin tüm aşamalarında ciddi verimlilik kayıplarına işaret ediyor.
Dolayısıyla israfın azaltılması, sadece ahlaki bir tercih değil; aynı zamanda ekonomik bir gereklilik.
Çünkü israfın olduğu yerde kaynak yönetimi zayıflıyor, maliyetler artıyor, rekabet gücü düşüyor.
Bu nedenle üretim ekonomimizdeki strateji, “daha fazla üretim” kadar “daha akıllı üretim”i de içermelidir.
Ekonomik dönüşümün bir diğer boyutu da geleceğin sektörlerine yatırım.
Yaşam sürelerimiz uzuyor, nüfusumuz yaşlanıyor ve “yaşlı bakım ekonomisi” dünyada hızla büyüyen bir endüstri haline geliyor.
Dünya Bankası verilerine göre 2030’a kadar bu sektörün küresel hacminin 2 trilyon doların üzerine çıkması bekleniyor.
Türkiye’de bu alanda henüz sistematik bir yatırım dalgası başlamamış olsa da, kadın girişimciler için yüksek katma değerli bir fırsat alanı olduğunu söylemeliyim.
Kadınlar bu sektörde sadece istihdamda değil, iş modeli geliştirmede, yatırım planlamasında ve yenilikçi hizmet tasarımında da aktif rol almalı.
Bu alan hem sosyal fayda hem finansal sürdürülebilirlik açısından oldukça stratejik öneme sahip.
Gerçek kalkınma, yalnızca bugünü değil, yarını da planlayabilmektir.
Kadın emeğiyle güçlenen üretim ekonomisi, israfın azaldığı ve geleceğin sektörlerine yatırım yapılan bir Türkiye; orta ve uzun vadede sürdürülebilir büyümenin en sağlam teminatı olacaktır.
Bu vizyonun merkezinde ise, insana yapılan yatırım vardır — çünkü insan, hem üretimin hem yeniliğin kaynağıdır.
Ve son olarak:
Bir ülkenin gerçek sermayesi ne madenlerinde ne rezervlerinde, insanında gizlidir.
Kaynağını koruyan, emeğini verimli kullanan ve sermayesini doğru alanlara yönlendiren Türkiye;
yalnızca büyüyen değil, değer yaratan bir ekonomi haline gelecektir.