Ekonomik göstergeler bir ülkenin nabzını ölçer; büyüme, enflasyon, ihracat ve istihdam verileri her ay yeniden konuşulur. Ancak tabloyu tamamlamak için bir de görünmeyen ama bir o kadar belirleyici bir unsuru hesaba katmak gerekir: moral sermayesi. Yani toplumun, yatırımcının, üreticinin ve tüketicinin geleceğe duyduğu güven.
Türkiye’de tüketici güven endeksi Eylül 2025’te 83,9 seviyesinde ölçüldü. Bu seviye, hanehalkının temkinli ama istikrarlı beklentisini yansıtıyor. Aynı dönemde mevsimsellikten arındırılmış reel kesim güven endeksi ise, 100,8 oldu. Bu da sanayicinin mevcut durum ve yakın geleceğe dair ihtiyatlı iyimserliğini işaret ediyor.
“Moral sermayesi” finansal tablolar da gözükmüyor elbet. Ama ekonomik davranışları yönlendiriyor: yatırım kararlarını, tüketim eğilimini ve girişimcilik cesaretini şekillendiriyor. Güvenin yüksek olduğu dönemlerde yatırım oranlarının ve iş yapma kapasitesinin arttığını, hem literatürde hem de pratikte gözlemleyebiliyoruz. Türkiye gibi genç nüfusu ve girişimci tabanı geniş ekonomilerde bu etki daha da görünür hale geliyor.
Reel sektörün dayanıklılığı
Sanayinin nabzı 2025 yazında yeniden hızlandı. Ağustos 2025’te sanayi üretimi yıllık bazda %7,1 arttı; aylık bazda ise %0,4 yükseldi. Bu toparlanma da özellikle imalat sanayiindeki ivmelenme ile desteklendi. Güven ile üretim arasındaki ilişkiyi burada net okuyabiliyoruz: belirsizlikler azalırken kapasite kullanımı ve sipariş görünümü iyileşiyor; işletmeler stok ve fiyatlama kararlarını daha öngörülebilir bir zeminde alabiliyor.
Güven ve geleceğe inanç
Makro programların başarısı yalnızca araç setine değil, öngörülebilirlik ve iletişim kalitesine de bağlı. 2025–2028 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program (OVP), 2025 için 273,8 milyar dolar mal ihracatı hedefi koyuyor; sonraki yıllarda ise, hedefler kademeli artıyor. Bu çerçeve, şirketlere planlama ufku sunuyor. Hedeflere giden yolda da en güçlü kaldıraçlardan biri yine güven: güven arttığında yatırım genişliyor, istihdam derinleşiyor, verimlilik yatırımları da öne çekiliyor.
Paranın somut bir karşılığı vardır; güvenin ise karşılığı daha soyut bi taraftadır. Ama güvenin olduğu yerde sermaye de, üretim de, ihracat da kendine yol bulur. Dolayısıyla bugün iş dünyasının temel ihtiyacı yalnızca finansman değil; istikrar ve öngörülebilirlik duygusudur. Bu nedenle para–mal–hizmet akışını düzenleyen politikaların yanında güveni besleyen net iletişim ve kararlı uygulamalar da aynı derecede önem taşıyor.
Sonuç olarak ekonomide moral sermayesi; bir ülkenin görünmeyen, ölçülemeyen ama en değerli rezervidir. Türkiye’nin girişimci ruhu ve esnek üretim kapasitesiyle, bu rezerv her gün yeniden daha güçlü inşa edilebilir. Unutmayalım ki; ekonomiyi büyüten şey yalnızca kasadaki para değil; geleceğe duyulan inançtır aynı zamanda…