Dünyanın gözü kulağı İsviçre’de ama Türk ticaretinin eli, bu kez daha rahat

Piyasalar için bazen tek bir söz ya da oluşan algı, gerçekliğin çok daha ötesine geçebiliyor. Bunun son örneğini, ABD Başkanı Trump’ın henüz bir kesinlik ortada yokken kullandığı “müzakere” ifadesiyle tetiklenen normalleşme havasında da gördük.

Elbette bu algının bir arka planı vardı. Geçtiğimiz hafta İngiltere ile ABD arasında imzalanan ticaret anlaşmasının ardından, bu hafta sonu İsviçre’de ABD’li ve Çinli yetkililerin gerçekleştirdiği kritik temaslar dünya ekonomi gündeminin merkezine oturdu.

Ben bu satırları yazarken taraflar arasında halen süren görüşmeler, ABD’nin Çin mallarına %145, Çin’in de ABD ürünlerine %125 gümrük vergisi uyguladığı bir dönemde yapılan ilk doğrudan temaslar olma özelliğini taşıyor. Bu misilleme tarifelerinin küresel ölçekte hem enflasyonist hem de durgunluk yaratan etkiler doğurduğu artık net biçimde konuşuluyor. Bu nedenle toplantılar ne kadar belirsizliğe açık olsa da, kritik görülmeleri hali ile oldukça doğal.

Öte yandan tarifelerde kayda değer bir geri çekilme beklentisinin düşük olması, bu müzakerelerin çok da hızlı bir iyileşme getirmeyeceği yönündeki kanaatimi güçlendiriyor. Trump’ın geçtiğimiz Cuma günü Social Truth üzerinden Çin’e yönelik tarifelerin %80’e düşürüleceğini belirtmesi, her ne kadar piyasalarda geçici bir iyimserlik yaratsa da, Çinli yetkililerin bu konuda “karşılıklı karar” vurgusu yapmaları sürecin hala kırılgan olduğunu gösteriyor. Nitekim yalnızca bakanlık düzeyinde gerçekleşen temaslarla bu sürecin son bulmasını beklemek gerçekçi değil; tarafların pozisyonlarını yumuşatmaları bile haftalar alabilir bana kalırsa.

2 Nisan’da başlayan karşılıklı tarifelerin etkisi ise daha şimdiden hissedilmeye başlandı. Tedarik zincirindeki bozulmalar ve işletmelere binen ek maliyetlerin tüketiciye ne ölçüde yansıdığını bu hafta açıklanacak olan ABD enflasyon verilerinde göreceğiz.

Her ne kadar Çin, ABD karşısında şimdiye dek güçlü bir duruş sergilese de, bu tabloya sadece ekonomik boyutuyla bakmak yetersiz olur. Çünkü konu artık iki süper gücün jeopolitik ve ekonomik çıkarlarının çatıştığı daha büyük bir zemine taşındı. Çin’in elindeki nadir element kaynakları ve son 20 yılda Afrika’dan Latin Amerika’ya yaptığı yatırımlar burada önemli bir koz gibi görünse de; örneğin Latin Amerika’daki ABD etkisi öyle kolay silinecek türden değil.

Bölgedeki ülkelerin çoğunun yüksek siyasi ve ekonomik risk barındırması, Çin’le yakınlaşma ihtimalini kısıtlıyor. Örneğin Trump’ın Panama Kanalı çıkışı, Çin’in bölgede artan etkisini kırmaya yönelikti. Benzer şekilde Meksika’nın Çin’e yaklaşması, ihracatının %80’inden fazlasını gerçekleştirdiği ABD’yi karşısına alması anlamına gelir ki bu, mevcut yönetim tarafından açıkça “ölüm çanı” olarak nitelendiriliyor.

Brezilya örneğinde olduğu gibi Çin’e artan gıda ihracatı bir kazanım gibi görünse de, bölgedeki pek çok ülke artık bu kez de Çin’e bağımlı hale gelmekten endişe ediyor. Bu da ilişkilerin derinleşmesinin önünde yeni bir bariyer oluşturuyor.

Ülkemiz açısından bakıldığında ise, karşılıklı tarifelerden en az etkilenen ülkelerden biri olmamız (yüzde 10’luk minimum düzeyde) ciddi bir avantaj. Ancak kısa vadede ticaretimizin en güçlü partnerlerinden biri olan Avrupa pazarındaki daralma riski hala geçerli. Bu nedenle geçtiğimiz hafta yaşanan gelişmeleri oldukça olumlu buluyorum.

Bunlardan biri, İngiltere ile ABD arasında varılan ticaret anlaşması. Anlaşma sayesinde, daha önce %25 vergi uygulanan çelik, alüminyum ve otomobil ürünlerinde ilk 100 bin adetlik ticaret için sağlanan muafiyet, Avrupa Birliği ülkeleri için de umut vadeden bir normalleşme sinyali oldu. Bu yumuşama, dolaylı da olsa, bizim ihracatımıza da olumlu yansıyabilir.

Ayrıca geçtiğimiz hafta İngiltere ile 8 milyar dolarlık ticaretimizi hızlandıracak önemli bir adım atıldı. DEİK Türkiye-Birleşik Krallık İş Konseyi ve Direktörler Enstitüsü’nün işbirliğiyle, Bakan Bolat’ın katılımıyla Londra’da gerçekleştirilen “Birleşik Krallık-Türkiye İş Forumu”, güncel Serbest Ticaret Anlaşması’nın modernizasyonuna odaklandı. Görüşmelerin ilk turunun Temmuz sonuna kadar tamamlanması bekleniyor. Hizmetlerden yatırımlara, tarım tavizlerinden dijital ticarete kadar dört temel başlık üzerinde uzlaşı arayışı söz konusu.

Ben Türkiye’nin üretim gücü ve esnek tedarik altyapısı sayesinde, bu küresel tarifeler savaşının oluşturduğu belirsizliği yönetebilecek ülkelerin başında geldiğini düşünüyorum. İngiltere ile başlayan bu süreç, AB ile Gümrük Birliği’nin güncellenmesi yönünde atılacak diplomatik adımlarla birleştiğinde ise bu avantajımız daha da pekişecektir.

@ParaBorsaNet'i Twitter'da Takip Et!

ÖNEMLİ HABERLER VE GÜNCEL PİYASA YORUMLARINI KAÇIRMAMAK İÇİN BURAYA TIKLAYARAK HEMEN TWITTER'DA BİZİ TAKİP EDİN!