Dünya Sertleşti, Türkiye Denge Aradı: 2025’in Ardından

Türkiye için 2025, kolay bir yıl değildi.

Zor bir coğrafyada, zor bir küresel denklem içinde denge kurma yılıydı. Şimdi 2025’i geride bırakmaya hazırlanırken; zihnimde kalan ilk duygu şu: Dünya bu yıl yalnızca hızlanmadı, aynı zamanda yüksek sesle konuşmaya başladı, sertleşti de… Gündem hiç susmadı, krizler birbirine eklendi, riskler üst üste bindi.

Savaşlar, seçimler, küresel kutuplaşma, enerji ve gıda güvenliği…

Bir yanda yapay zekâ üretkenliği artırırken, diğer yanda toplumlar hayatın ağırlığını taşımaya devam etti. Zygmunt Bauman’ın “akışkan dünya” tanımı, 2025’te neredeyse elle tutulur hale geldi: Her şey hareketliydi ama çok az şey güven vericiydi.

Rakamlar konuştu konuşmasına ama hisler çoğu zaman rakamlardan farklıydı.

Dünyanın ahlaki kırılması

2025’i farklı kılan unsurlardan biri de yalnızca jeopolitik değil; ahlaki fay hatlarının da görünür hale gelmesi oldu. İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü yıkım, bu yıl dünya kamuoyunda daha önce hiç olmadığı kadar güçlü bir vicdani tepki yarattı. Hükümetlerin söylemlerinden bağımsız olarak, halklar sokakta, üniversitelerde, meydanlarda ses yükseltti.

Belki de ilk kez, Müslüman olmayan coğrafyalardan, Müslüman coğrafyalar için bu kadar güçlü ve açık bir itiraz yükseldi. Bu tepki yalnızca siyasi değil; insani ve ahlaki bir reddiyeydi. 2025, küresel kamuoyunun “olanı görmezden gelme” eşiğini aştığı bir yıl olarak da hafızalarımıza kazındı.

Jeopolitik baskı altında denge arayışı

Böylesi bir küresel atmosferde, Türkiye’nin içinde bulunduğu jeopolitik kuşatma daha da belirginleşti. Dört bir yanı savaşlar, krizler ve kaos alanlarıyla çevrili bir ülkede ekonomi yönetmek, dış politika yürütmek ve toplumsal dengeyi korumak olağanüstü bir zorluk gerektiriyordu.

Dolayısıyla Türkiye için bir çoklu sınav yılıydı. Enerji dengeleri, ticaret yolları, güvenlik riskleri ve diplomatik baskılar aynı anda yönetilmek zorundaydı. Buna rağmen, Türkiye’nin izlediği denge politikası; çatışmayı büyütmeden, diyaloğu koparmadan ve ulusal çıkarları koruyarak ilerlemeyi sağladı.

Bu, manşetlere her zaman yansımayan; ama devlet kapasitesi açısından son derece kritik bir yönetim alanıydı.

Ekonominin sessiz cephesi: Dayanıklılık

Ekonomi cephesinde 2025, yalnızca büyüme oranlarının değil, dayanıklılığın da konuşulduğu bir yıl oldu. Küresel finansman koşullarının sıkılaştığı, ticaretin yavaşladığı ve belirsizliğin arttığı bir ortamda, ekonomiyi ayakta tutmak her zamankinden zor olsa da bu alanda da istikrarlı bir politika izlendi.

Ekonominin en ağır yüklerden biri ise, deprem bölgesindeki yeniden inşa süreciydi. 2025 boyunca yürütülen çalışmalar, yalnızca fiziki yapıları değil; toplumsal hayatı da yeniden kurma iradesini temsil etti. Tam da bu sebeple gerçekleştirilen teslimatlar, yalnızca konut ve işyeri sayısından ibaret değildi.

Hatay’da 455.000’inci konutun teslimi, sadece bir bina anahtarı teslimi değil; yeniden güven inşa etme ritüelinin somut bir ifadesi oldu.

Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Sayın Kurum’un, Sayın Bahçeli’nin, Sayın Kurtulmuş’un ve çok sayıda üst düzey temsiliyetin olduğu törende teslim edilen her konut, yalnızca fiziksel bir yapıyı değil; toplumun devletine duyduğu güvenin yeniden inşa edildiğini de gösterdi.

Bu güven, ülkemizdeki kurumsal sermayenin en kritik bileşeni oldu. İnsanlar, devletin “yanınızdayız” mesajını bu teslimlerde somut olarak gördüler, yaşadılar ve eminim ki unutmayacaklar. Bu nedenle güven, yılın en kıymetli kelimesi haline geldi. Güven; söylemle değil, süreklilikle; vaatle değil, gerçeklikle yeniden inşa edildi.

2026’ya bakarken: Güç ve birlik ihtiyacı

Bir yılı değerlendirmenin asıl amacı, gelecek yıl için doğru temenniyi kurabilmektir. 2026’ya girerken benim en büyük dileğim net:

Daha güçlü, daha az ayrışmış, daha az kutuplaşmış bir Türkiye.

Güçlü olmak; sadece ekonomik olarak değil, toplumsal olarak da güçlü olmak demektir. Farklılıkları yönetebilen, ortak acılarda birleşebilen, vicdanını kaybetmeyen bir ülke olabilmektir önemli olan…

Ve elbette, 2026 yılı için; Müslüman coğrafyalarda yaşanan kıyımın ve yıkımın bir an önce sona ermesini diliyorum…
Gazze’de, Filistin’de, masum insanların hayatını kaybetmediği; adaletin, insan onurunun ve özgürlüğün yeniden hatırlandığı bir dünya istiyorum.

2025, bize dünyanın romantik bir yer olmadığını tekrar gösterdi.
Ama aynı zamanda şunu da hatırlattı: Vicdan hâlâ yaşıyor.
Ve vicdanın sesi yükseldiğinde, tarih yön değiştirebiliyor.

2026’nın en büyük sınavı da burada başlayacak kanımca: Gücü korurken birliği kaybetmemek. Dayanıklı olurken insani kalabilmek.

@ParaBorsaNet'i X'te Takip Et!

ÖNEMLİ HABERLER VE GÜNCEL PİYASA YORUMLARINI KAÇIRMAMAK İÇİN BURAYA TIKLAYARAK HEMEN X'TE BİZİ TAKİP EDİN!