2017 yılında İngiltere’nin attığı adım, yalnızca kendi finans sistemini değil, Avrupa’daki pek çok ülkeyi de doğrudan etkileyen bir dönüşümün başlangıcı oldu. Açık bankacılık, bankaların verilerini güvenli API’ler aracılığıyla üçüncü taraflarla paylaşmasını öngören bir yaklaşım olarak, kısa sürede inovasyonun sembolü haline geldi. Bu sayede fintech şirketleri, geleneksel bankaların elinde tuttuğu müşteri verilerine erişerek yeni ürünler ve hizmetler geliştirmeye başladı.
İngiltere bu alanda öncü rol üstlendi. Londra’nın finansal teknoloji ekosistemi, regülatörlerin esnek ve inovasyonu teşvik eden yaklaşımı ile birleşince ortaya örnek bir model çıktı. Bugün geriye dönüp baktığımda, İngiltere’nin açık bankacılıkta hâlâ bir lider olarak anıldığını görüyorum. Ancak işin gerçeği şu ki, bu hikâyenin devamında önemli bir eksiklik var ve bu eksiklik giderek büyüyen bir gölgeye dönüşmüş durumda.
Sorumluluk boşluğu
Açık bankacılığın teknik altyapısı oldukça sağlam. Güvenli, onay temelli veri paylaşımı sorunsuz işliyor. Yani teknik tarafta işler yolunda. Fakat bu yapının üzerine oturtulması gereken ticari ve hukuki çerçevede ciddi boşluklar var. İşte bu boşluk, sistemin büyümesini sınırlayan en kritik sorunlardan biri.
En kritik sorun ise şu: Açık bankacılık yoluyla yapılan bir işlemde sahtecilik ya da siber saldırı yaşandığında, zarardan kim sorumlu olacak? Banka mı, fintech şirketi mi, yoksa aracı servis mi? Bu soruya net bir cevap verilemiyor. Büyük bankalar bu riskleri yüksek sermaye maliyetleriyle göğüsleyebiliyor belki ama küçük ölçekli fintech şirketleri için aynı şey geçerli değil. Onlar için sorumluluk yükü, büyümelerinin önündeki en büyük engellerden biri haline geliyor ve yenilikçi ürünlerin çıkması zorlaşıyor.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!