Türkiye nasıl geri kalmaya mahkum edildi?

Atilla Yeşilada – 18.09.2017

Dünya turumu tamamladıktan sonra Türkiye’nin şehvetli gündemine geçiş yapıyorum.   Doğuştan ve su katılmamış bir sado-mazohist olmama karşın, bu gündemi yakından incelemekten öylesine bezgin düştüm ki, bodrumdaki kırbaç ve kelepçelerle dolu ”oyun odamı” kapatıp, Budist bir mabede “kentsel dönüşüm” yaptırdım, şimdi evin içi leş gibi Uzak Doğu baharatları kokuyor.

İlk ve muhtemelen son kitabım “Muhalif Bir Ekonomist’in Güncesinde” Türkiye’nin nasıl battığını anlatmaya çalıştım. Artık AKP’nin beni Türkiye Varlık Fonu yönetim kuruluna atayacağına dair pek umudum kalmadı, bugünlerde Yeni Takit’te köşe yazmam için teklif de gelmiyor.  Bari Entellektüel Dürüstlüğe takılarak prim yapayım diyip,  harbiden batıyor muyuz diye bir bilgi toplama turuna çıktım. Ama bulgularımı sizinle paylaşabilmek için önce bir tanım yapmam lazım.

Büyümek ve kalkınmak çok ayrı şeyler.  Kalkınmak bir toplumun refahının artması, sosyo-politik anlamda inkişaf etmesi, bireylerin evrensel değerleri kucaklaması olarak tanımlanır. Büyüme ise kişi başı gelirin yükselmesi demektir ki, kalkınmanın sadece bir– fakat itiraf ediyorum önemli-  boyutudur. Türkiye batıyor, çünkü görkemli büyüme rakamlarını bir kenara koyun, artık kalkınamıyoruz. Geri kalıyoruz. Yok, hiç merak etmeyin. TUIK’in yayınladığı GSYİH büyüme rakamlarına da bodoslama dalacağım, o konuda söyleyecek çok şeyim var, ama her şey sırasıyla. Meşhur hikayede olduğu gibi, baba oğluna “Oğlum ben sana Bey olamazsın değil, adam olamazsın dedim” demiş. Suudi Arabistan ve Katar dünyanın en zengin ülkeleri, ama Orta Çağ’da yaşıyor. Biz büyüsek dahi (ki o kadar ahım şahım büyümüyoruz), onların yolundayız.

Devamı için TIKLAYINIZ!