Bizim ‘Türkiyemiz’mi, ‘onlar’ın Türkiye’si mi?

‘Onlar’ın dünyası bu aralar büyük bir çatışma sürecinin içinden geçiyor. Atlantik İttifakı tarihinin en ağır ‘ulusalcı’ (nationalist) – küreselci (globalist) kavgasına sahne olmakta. Uluslararası siyaset uzmanlarının sınırlı bir bölümü, bu kavgayı, bu ikilemi esasen ‘düzmece’ bir süreç olarak da tanımlıyor. Çünkü, kendini ‘ulusalcı’ olarak tanımlayan Amerikalı kanaat önderlerinin ‘esas’ derdi, kesintiye uğramaksızın ABD’nin küresel ekonomi-politik sistemin ‘tartışılmaz lideri’ olarak pozisyonunu koruması.

‘Küreselci’ olarak tanımlanan ve içinde uluslararası sermayedarlardan, küresel sistemde derinleşmiş ailelerden ve bu ailelerin dünyanın önde gelen başkentlerinde kritik pozisyonlarda görev yapan sivil-askeri bürokratlarından, küresel medyanın köşe taşlarını tutan adamlarından oluşan yapı ise ABD’nin artık küresel ekonomi-politik sistemi taşıyabilecek vasıfları kaybettiğini değerlendirmekte. Bu nedenle, bu rolü Çin’in devralacağı yeni bir ‘dünya’ şekillendirme gayretindeler. Nitekim, Çin’in ‘kuşak-yol inisiyatifi’ de bu sürecin en önemli sac ayağını oluşturmakta.

‘Onlar’ın dünyasında ABD’nin ‘mutlak hegemonyası’na (absolute hegemony) biat edilmesi talebiyle; ABD’nin, Rusya’nın ve Çin’in ‘yeni’ küresel ekonomi- politik sistemin eşit düzeyde ‘güç merkezleri’ olarak kabul görmesi noktasında büyük bir kavga söz konusu. Avrupa Birliği ve bilhassa Almanya ise, Şansölye Merkel ile ağırlıklı olarak 2. oluşuma yönelik bir ‘kabul’ üzerinden yürüme eğilimi içerisinde. Yani, imparatorluk kodlarına geri döndüklerini düşündükleri Rusya ve Çin’le daha derin ilişki seti oluşturmak istediklerini vurguluyorlar.

Yazının devamı için TIKLAYINIZ!