Atlantik’in kendi tehdidi: ‘Batılısızlaşma’

‘Batı Kültürü’ veya ‘Batı Değerleri’, Antik Yunan ve Antik Roma kültür ve toplumsal değer mirasının üstüne, 4. Yüzyıl’dan itibaren Hıristiyanlık anlayışının da eklenmesiyle oluşmuş bir sanat, felsefe, edebiyat, hukuk ve toplumsal değer yargıları, gelenekler bütünü olarak tanımlanabilir. 1750 Sanayi Devrimi ve 1789 Fransız Devrimi ile birlikte, serbest ticaret, sanayileşme, modern üretim teknikleri, parlamenter sisteme dayalı siyaset gibi sacayaklarına dayalı bir ‘liberalleşme ve demokratikleşme anlayışı’ olarak algılandı ve Osmanlı İmparatorluğu’nda, Japon İmparatorluğu’na kadar, dünyanın her yerine bir ‘batılılaşma etkisi’ olarak yansıdı.

‘Batılılaşma Haraketi’, ‘TransAtlantik İttifakı’ndaki ülkelere özenme, 1850 ile 2000 arası dönemde, hiç şüphesiz Avrupa’nın başat ülkeleri ve ABD için ciddi manada ‘nemalandıkları’ bir ekonomik ve ticari avantaja dönüşmüştü. Ancak, 2000’li yıllarla birlikte Asya-Pasifik’in artan rekabet gücü, Avrasya’da öne çıkan işbirliği fırsatları, üstüne gelen ‘küresel finans krizi’yle birlikte, ‘Atlantik İttifakı’nda çözülmeyi, derinleşen çıkar çatışmalarını; kendi değerleri olan ‘liberalleşme’ ve ‘demokrasi’ kavramlarına yönelik duyarlılığı kaybettikleri izlenimini; tersine, artan bir ‘aşırı sağcılaşma’ ve ‘korumacılığı’ beraberinde getirdi.

Bu nedenle, dünyanın önde gelen ülkelerinin kanaat önderlerinin bir araya geldiği Münih Güvenlik Konferansı’ 56.’sı öncesinde yayınlanan raporda, ‘ne olacak Batı’nın hali’ başlığına ve dünyanın giderek ‘batılılaşmadan uzaklaştığı’ değerlendirmelerine ağırlık verilmiş olması şaşırtıcı olmamalı. Raporda en çarpıcı tespitlerden birisi, ABD ve Avrupa’nın önde gelen sol ve sağ siyasetçilerinin, siyasi partilerin küresel iklim değişikliği, mülteci sorunu, bölgesel çatışma ve savaşlar gibi ağır meselelerdeki ‘küresel sorumluluk’larından, bu sorunlara yönelik inisiyatif almaktan, strateji veya çözüm üretmekten şiddetle kaçınmaları.

Yazının devamı için TIKLAYINIZ!